CUMHURİYETİMİZİN SON 15 - 20 YILLIK DÖNEMİ
İzzettin Çopur Emekli Albay Araştırmacı - Yazar
CUMHURİYETİMİZİN SON 15 - 20 YILLIK DÖNEMİ
Son 15-20 sene içerisinde, Cumhuriyetin, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devletinin ortadan kaldırılmaya çalışılması, Atatürk düşmanlığı, TSK’ne ve mensuplarına saldırı, irtica ve türban olayı, AKP’nin kapatma davası, kutsal dinimizin, siyasete, ticarete ve menfur emellere alet edilmesi ile Tarikat ve Cemaatlerin siyasetteki etkinlikleri, Hilafet çağrıları.
Tacizci Şeyh’in, üst düzey kişileriyle ilişkileri
Uşşaki Tarikatı Lideri Eyüp Fatih Şağban (Fatih Nurullah, 58), 12 yaşındaki kız çocuğuna tacizde bulunduğu anlaşılmaktadır. (3 Eylül 2020), bu ırz düşmanı, “hatırlı” istismarcı sözde Şeyh, aşağıdaki fotoğraflarda görüldüğü gibi üst düzey kişilerle protokole katılmış, ayrıca Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı fesli Kadir lakabıyla tanınan Kadir Mısırlıoğlu ile birlikte olmuştur.
“Uşşaki Tarikatı Lideri” Fatih Nurullah (Eyüp Fatih Şağban’ın)
Eski Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler (solda), Şeyh Fatih Nurullah, dönemin Devlet Bakanı Yalçın Akdoğan (sağda)
Şeyh Fatih Nurullah. En solda. 2015 yılında bir açılışta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte protokolde kurdele keserken
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in cinsel istismardan tutuklanan Eyüp Fatih Şağban ile birlikte fotoğrafı
Keşke Yunan galip gelseydi diyen, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı fesli lakaplı Kadir Mısırlıoğlu ile (solda), 12 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulunan sözde Şeyh Fatih Nurullah (sağda) (Şubat 2015 /İstanbul/Üsküdar’da bir etkinlikte)
12 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulunan sözde Şeyh Fatih Nurullah (solda) Cübbeli Ahmet (sağda)
Şeyh Fatih Nurullah, 2 Eylül 2020 günü yaptığı açıklamada;
“… Hele İslami devlet olsun, en güzel sarığı biz saracağız, en güzel cübbeleri biz giyeceğiz. O kisveyi taşıyacağım diye devletten, hizmetten, ticaretten kopmak yok. Biz devleti, makamları bıraktığımız zaman oraya ve idüğü belirsizler geliyor. Ayasofya açıldı. Sarık ve cübbe de vakti geldi. Devletin kontrol mekanizmalarında olalım.” [1] Diyebilmiştir.
Fatih Nurullah, [2] 27 Eylül 2016 günü Nurani TV’da ise;
“… Şu anda görünen zuhuratlar o ki, 1. Türkiye Cumhuriyeti son buldu. Bunu söyleyen biz değiliz, Avrupa basını. 2. Osmanlı kuruluyor. Tekrar 100 senenin nihayetinde, Medine-i Münevver’de kurulan devletin devamı hüviyetinde bir devletin, yeniden ihyasıyla, asr-ı saadetin kokularının geldiği bir süreci bu ümmet, bu millet başlatsın.” [3] Şeklinde Konuşmuştur.
Fatih Nurullah (Eyüp Fatih Şağban), 3 Eylül 2020 günü sevk edildiği mahkemece küçük çocuğa cinsel istismar suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir.[4]
Tacize uğrayan kız çocuğu ile babasının soruşturma dosyasındaki ifadeleri
Sözde şeyh sapık tarikat lideri Fatih Nurullah tarafından tacize uğrayan Kız çocuğunun ifadesinde;
“… Beni öptüğü zaman herkes aşağıda oluyordu. Kimseye söylememem için beni tehdit etti. Bana olayın ilk gerçekleştiği gün 100 TL. Para verdi. Ben annem ve arkadaşları ile birlikte Fatih’in (Nurullah) yanına girerdim. Her girdiğimde beni yanağımdan ya da dudağımdan öperdi. Her sabah, sabah namazına giderken beni omzumdan öpüp, pantolonumu indirip, ön bölgemi okşardı. Annem ve arkadaşları da bunu görürdü. Annem bu kişiyi Allah dostu olarak gördüğünden ve zarar gelmeyeceğini düşündüğünden bu hareketlere tepki vermezdi. Dergâhta 10 yaşlarında bir kız çocuğu daha vardı. O bana Fatih’in (Şeyh Nurullah) onu kucağına oturttuğunu anlatmıştı. ” [5] Demiştir.
Şikâyetçi olmaması ve olayın duyulmaması amacı ile “Uşşaki Tarikatı Lideri” Fatih Nurullah’ın tacize uğrayan babaya özetle;
“… Bir hesap, İBAN ver de bana bir şeyler atayım sana. Belki de senin kızına piyango vurmuş oğlum. İleri giden bir şey yok. İnsan nefis taşıyor, aramızda nikâh konuşmaları geçti, hata etmiş olabilirim. Sevişme diye bir şey yok, öptüm, Bu da Allah’ın takdiri
Bekâretinden sorun yok, Al diyorsan alayım ama çocuğun yaşı ufak daha. Büyüsün, biz de büyüyelim. Efendimizin Sünnetinde var Bu senin, sana işaretli diyorsan başımın üstüne, üstünü örtelim diyorsan o da senin alicenaplığı.
Ben gittim mi zaten tarikat biter, ocağına düştük. Bu Odatv’si, Sözcü gazetesi saldıracak, ‘tarikatçılar böyle’ lafları olacak. Sen benim öz kardeşimden ilerisin. Ama kapıyı kapatırsan üzerine yıkılır. Kusurumuz telafi olur. 70 değil, sana 70 milyar feda olsun. Benim neyim varsa, senin. ” [6] Diyebilmiştir.
Tacize uğrayan 12 yaşındaki kız çocuğunun babası, sahte şeyhin müritleri tarafından dövülmüştür. Baba; “Biz Allah ve Peygamber sevgisiyle yaklaşmıştık. Cahilliğimizin bedelini kendi çocuğumuzla ödedik.” Demiştir.
Savcı çağırsın, silahlanan dernekleri söyleyeceğim!
İsmail Ağa Cemaati’ne mensup Cübbeli Ahmet Hoca olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü, 20 Eylül 2020 günü yaptığı açıklamada;
“… İŞİD’in alt yapısını oluşturan selefi yanlısı 2 bin dernek kurulduğunu ve bunların silahlandığını söylemiştim. Savcılardan çağrı bekliyorum. Silahlandığını öğrendiğim 150’sini isim isim çıkartım. Konya, Batman, Adıyaman gibi illerde geniş bir silahlanma var.” [7] Demiştir.
Cumhuriyet işlevini kaybetti
Başbakan Müsteşarı Ömer Dinçer’in 1995 yılında, Sivas’ta yaptığı konuşmada;
“…Yine başlangıçta kurulurken ortaya atılan cumhuriyet ilkesinin zayıfladığı ve işlevini kaybettiğini görüyoruz. Halk için ve halk adına yönetim diye tarif edilen cumhuriyet kavramının aslında artık bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememizde mümkündür. Türkiye’de cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin İslam ile bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum.” [8] Demiştir.
Başbakan Müsteşarı Ömer Dinçer
Cumhuriyet Döneminin artık sonu gelmiştir.
Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül (eski Cumhurbaşkanı), 27 Kasım 1995 günü The Guardian Gazetesi’nde İngiliz muhabiri Jonathan Rugman’a verdiği ve ertesi gün Türk basınına yansıyan röportajında özetle;
“… Bu Cumhuriyet döneminin sonudur. Ankara nüfusunun yüzde 60’ı gecekondularda yaşıyorsa, laik sistem iflas etmiş demektir ve biz kesinlikle onu değiştirmek istiyoruz.” [9] Demiştir.
Siyasi otorite TSK’den ihraç kararına niçin şerh koyuyor?
Ocak 2003 ayı ilk haftasında toplanan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında İrticai hareketlerinden dolayı Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesilmesi gereken personelin ihraç kararına Sn. Başbakan Abdullah Gül ve Sn. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül tarafından “muhalefet şerhi” in konulması üzerine Sn. Gnkur. Bşk.ı Org. Hilmi Özkök’ün ise 08 Ocak 2003 tarihinde Ankara Gazi Orduevinde basın mensuplarına verdiği resepsiyonda özetle;
“… Türk Silahlı Kuvvetleri uzun yıllardır irticai hareketin engeli olarak görülmüş ve hedef edinilmiştir. İrticai görüş yandaşları Türk Silahlı Kuvvetlere sızmak için her harekete başvurmuştur… Bir Anayasa maddesinin (125nci madde) uygulama istemine ‘muhalefet şerhi’ koymak, idarenin kanunların uygulanmasını sağlama sorumluluğu ile çelişmiştir. Ve kanımca bu nedenle yasal dayanaktan yoksundur. Bu konuda farklı düşüncenin ifade edildiği yer ve durum YAŞ olmamalıydı. Bu istisnai durum şüphesiz irticai faaliyetlere bulaşanlara cesaret vermiştir.”[10] Şeklinde ifade etmesi ayrıca Sn. Org. Hilmi Özkök’ün aynı kokteyl ‘de;
“…özellikle türbanın mevzuata, Anayasa Mahkemesine ve Danıştay Kararlarına aykırı olarak siyasi bir dayatma ve Cumhuriyet geleneklerini aşındırma, sembol ve eylemi olarak kullanılmasını hoş görmemiz beklenmemelidir...” demiştir.
Gnkur. Bşk.ı Org. Hilmi Özkök
Türban yasağı günü geldiğinde kalkacaktır
10 Ekim 2004 günü, SKY-Türk televizyonunda canlı yayında soruları yanıtlayan Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, üniversitelerdeki türban yasağının AB insan hakları standartları içinde bulunmayan bir yasak olduğunu ve günü geldiğinde bu yasağın kalkacağından şüphe duymadığını belirterek;
“… Tabi ki bunlar AB insan hakları standartları içinde olmayan yasaklardır. Günü geldiğinde bunların hepsi kalkacak Türkiye’de. Ben doğrusu bundan eminim. Paris, Londra veya Berlin’deki üniversitelerde olmayan yasakların, Türkiye’de de olmaması gerekir.” [11] Şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
Eski dışişleri Bakanı Abdullah Gül
Bu görüntüler neyi ifade ediyor?
29 Nisan 2006 tarihinde Batman’da kısa adı Umut-Der olan Muhtaçlar ile Dayanışma Derneği Batman Şubesinin, ‘Kutlu Doğum Haftası’ etkinlikleri çerçevesinde gerçekleştirdiği tiyatro oyununda aşağıda ki resimde görüldüğü gibi, tiyatroda rol alan küçük erkek çocukların sarık, kız çocuklarının da türban takmışlardır. [12]
Türban özgürlük değildir, bu gericiliktir!
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Mayıs 2006 ayının başında Haber Türk Genel Yayın Yönetmeni Melih Meriç’in ‘Basın Kulübü’ programında kendisine sorulan sorulara karşılık Sn. Demirel;
“… Danıştay, Anayasa Mahkemesi karar vermiş, ille başı bağlı olmak istiyorsan Arabistan’da filan öyle yerler vardır… Oraya gidin, orada okuyun… Ben bu ülkede imamlara, müezzinlere maaş bağlayan kişiyim. Eğer bu ülkede 70 bin camide beş vakit ezan okunuyorsa, ben bunun destekçiyim. Bütün bunlara dayanarak söylüyorum ki, Türkiye laiklikten vazgeçemez. Herkes aklını başına toplasın. Yani bu ülke halkının yüzde 99’u Müslüman diye, Müslümanlığı istimrar ederek bu milleti arkamıza düşürürüz diye düşünenler varsa aldanıyor. Hem de çok aldanıyor. Cumhuriyet 5’inci neslini yetiştirmiştir ve bu nesil Cumhuriyete sahip çıkmaktadır. Türban özgürlük falan değildir, bu gericiliktir!” [13] Demiştir.
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
Din, devlet işlerinde egemen olamaz
Danıştay Başkanlığına yeni seçilen Sumru Çörtoğlu, 10 Mayıs 2006 tarihinde yaptığı ilk kuruluş yıl dönemi konuşmasında; laikliği yeniden tanımlanmasını isteyen TBMM Başkanı Bülent Arınç’la, bu sözlere destek veren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a cevap olarak özetle;
“… Anayasanın başlangıç kısmında, laiklikten ne anlaşılması gerektiği açık ve net bir şekilde ortaya konulmuştur. Laiklik ilkesinin gereği kutsal din duyguları devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamaz.
Din, devlet işlerinde egemen olamaz; devletin toplumsal, siyasal ve ekonomik yapısı dini kurallara dayandırılamaz. Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin, demokrasinin temelidir.
Sumru Çörtoğlu
İç ve dış kaynaklar tarafından da desteklenen irticanın ve bölücülüğün, Türkiye Cumhuriyetinin varlığına, birlik ve bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğu tartışılmazdır. Anayasal kurumlar bu iki tehdit üzerinde kararlılıkla durmalıdır. Toplumsal barış ve huzuru tehdit eden bölücülüğü ve buna dayanan terörü lanetle kınıyoruz…” [14] Demiştir.
Danıştay’a yapılan saldırı aslında Cumhuriyet’e yapılan bir saldırıdır.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik Spor Bayramı mesajında Danıştay’a yapılan silahlı saldırıyı [15] lanetleyerek özetle;
“…Danıştay’a yapılan bu saldırı aslında Cumhuriyet’e yapılan bir saldırıdır. Cumhuriyet tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Türkiye Devleti, laik, demokratik bir Cumhuriyettir. Laikliği çeşitli bir biçimlerde yorumlayarak, içini boşaltıp demokrasiyi, dolaysıyla devlet rejimini yıkmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti, laik ve demokratik ilkelere bağlı kalarak, sağduyulu yaklaşımlarla, ülkeyi karanlığa sürüklemek isteyenlere hak ettikleri yanıtı verecektir.” [16] Demiştir.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer
Kadın ve erkeklerin düğünde birlikte oynamaları haram
Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi, İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Orhan Çeker’in Ağustos 2006 ayı içerisinde;
“…Ancak, kadın ve erkeğin karışık vaziyette, birbirlerinin yanında, birbirlerine yakın olarak oynamaları dinimizce caiz görülmemiştir.” Diyebilmiştir.
Buna mukabil, Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın ise; “…Kuran-ı Kerimde kadınla erkeğin birlikte oynamaları haramdır diye açık bir ayet yok.” [17] Şeklinde açıklama yapmıştır.
Tarih boyu başörtüsü Müslüman olmanın ön şartı hiç olmamıştır
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun, Referans Gazetesinde 13 Eylül 2006 tarihinde yayınlanan röportajında; “… Tarih boyu başörtüsü Müslüman olmanın ve sayılmanın ön şartı hiç olmamış, kişilerin din içinde kalan bir tercihi olarak görülmüş, başını örtsün örtmesin ‘Ben Müslümanım’ diyen herkes birbirini Müslüman olarak görmüş ve saymıştır.” Şeklinde ifade etmiştir. (Hürriyet Gazetesinin 14 Eylül 2006 Tarihli Nüshası) …
Cemaat ve tarikatlar devrime karşı hareketin odağı haline geldi
Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’un 25 Eylül 2006 tarihinde Kara Harp Okulunda yaptığı konuşmasında;
”…Cemaat ve tarikatların, devrime karşı hareketin odağı haline geldiğini, irticai tehdit, bazı kesimler kabul etmese de kaygı verici boyutlara ulaşmaktadır. Türk devrimine direnç hareketi, irtica ve gericiliktir.
Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ
Devrimlerin bazı kesimler tarafından bilinçli, sabırlı ve planlı bir biçimde aşındırılmaya çalışıldığı ve bu yönde kayda değer mesafe alındığı bir gerçektir. Laiklik kavramının neden tartışmaya açıldığını anlamak mümkün değildir. Laiklik ilkesinin demokrasi ile çatıştığını iddia etmek ise sağlam bir temele dayanmamaktadır.” [18] Şeklinde ifade etmiştir.
İrticai taban, dini bireysellikten çıkarak toplumsallaşmaktadır
Sn. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, 1 Ekim 2006 günü TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmada (özetle);
“… Türkiye’de İrticai tehdidin yeterince algılamayanların, özellikle son yirmi yılda yaşanan olayları üst üste koyup birlikte değerlendirilmesi, Türkiye’deki toplumsal ve bireysel yaşamın nereden nereye geldiğini iyi çözümlemesi gerekmektedir.” [19] Demiştir.
Ayrıca aynı konuşmada;
“…İrticai tabanın giderek genişletilmesi, kadrolaşma ve dini bireysellikten çıkararak toplumsallaşma ve siyasete yansıtma çabalarının yoğunlaşmasının, toplumda gerginliği artırdığı dikkat çekmektedir. İrticai tehdide karşı savaşmanın kilit taşı laikliktir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi laik düzene dayanmaktadır.” [20] Şeklinde açıklamada bulunmuştur.
Türkiye’de irtica tehdidi vardır
Sn. Genelkurmay Bşk. Orgeneral Yaşar Büyükanıt, 2 EKİM 2006 tarihinde Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı konuşmada;
“…Türkiye de irtica tehdidi vardır. Ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır… Her fırsatta, ‘Laikliği yeniden tanımlayalım’ diyenler yok mudur? Bu kişiler devletin en üst düzeylerinde yer almıyorlar mıdır? (TBMM Başkanı Bülent Arınc’ı kastettiği, Sn. Arınç’ın 23 Nisan 2006 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmadan anlaşılmaktadır.) Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün yalnız şahsı değil, düşünce sistemi, Cumhuriyet rejimimizin temel nitelikleri ağır bir saldırı altında değil midir? ...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt
Her fırsatı Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak için kullananlar kimlerdir? Toplumsal yapımızı bozarak, insanımızı çağ dışı bir görünüme sokmak isteyenler yok mudur? Bu sorulara ‘Hayır Türkiye’de bunlar yoktur’ diyebiliyor musunuz? Eğer diyemiyorsanız, Türkiye’de irtica tehdidi vardır ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır. ” [21] diye ifade etmiştir.
İrtica bugün kapkara gölgesiyle Türkiye’nin üzerine oturmuştur.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı O. Doğu Silahçıoğlu’nun, 4 Ekim 2006 tarihli gazetesinde ‘İrtica ve Aldatmaca!’ konulu makalesinde özetle;
“…İrtica artık laik Cumhuriyet için bir tehdit ve tehlike olma boyutunu aşmış, yaşayan bir gerçek olmuştur. İrtica Türkiye’yi tümümle teslim almıştır. İrtica Türkiye’de iktidar olmuştur. İrtica bugün kapkara gölgesiyle Türkiye’nin üzerine oturmuştur.” Şeklinde ifade etmiştir.
Din, siyasete alet edilmemesi gereken kutsal bir olgudur
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, Cumhuriyetin 83’ncü yıldönümü nedeniyle 29 Ekim 2006 tarihinde yayınladığı mesajda özetle;
“… Cumhuriyet ile barışık olmayan kimi oluşumların (tarikatlar/cemaatler)), çağdaş Türkiye görüntüsüyle örtüşmediği ortadadır. Devrim yasalarına göre kapatılması gereken bu oluşumların, eğitim başta olmak üzere etkinlik alanlarını genişletme çabası içine girdikleri gözlenmektedir. Bu oluşumların güç toplama, egemenlik kurma, bireyi kendi yanlışlarına ortak etme, yurttaşlık duygusundan uzaklaştırma, hurafelere dayanan dinin gerekleriyle örtüşmeyen simgesel kurallar ortaya koyma gibi çalışmalar yürütmesi kabul edilemez.
Toplumu gerecek inanan inanmayan ayrımından, dinin kötüye kullanılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan özenle kaçınılmalıdır. Din siyasete alet edilmemesi gereken kutsal bir olgudur.” [22] Demiştir.
Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder
Ankara Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla, AKP İzmir İl Gençlik Kolları teşkilatının 19 Kasım 2006 tarihinde düzenlediği ‘Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkilerinin Toplumsal Etkileri ‘ konulu panelde yaptığı konuşmada özetle;
“… Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder. Kemalizm medeniyeti bozar. Bu tezlerime karşı tezler bekliyorum ama umutsuzum. AB sürecinde ilerde de bizlere ‘neden her yerde bu adamın (Atatürk’ü kastediyor) heykelleri, fotoğrafları var?’ Diye soracaklar. Üstünü örtemezsiniz. Bu mutlaka tartışılacaktır.” [23] Diyebilmiştir.
Prof. Dr. Atilla Yayla
Başörtüsü Yahudi geleneğidir. İslam’da başörtüsü yoktur
Gözcü Gazetesinin yazarı Rahmi Turan’ın, 12 Ocak 2007 tarihli ‘Başörtüsü farz mı?’ ve 13 Ocak 2007 tarihli ‘İslam’da başörtüsü yok!’ konulu köşe yazılarında, Selçuk Üniversitesi İslâm Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doçent Dr. Şahin Filiz’in, başörtüsü ile ilgili olarak yaptığı açıklamalarına yer vererek;
“…Başörtüsü Yahudi geleneğidir. Yahudi geleneği İslam’ı etkilemiştir. Kur’an da, başörtüsünün farz olduğuna dair herhangi bir ayet yoktur. Dini temeller bakımından başörtüsü kesinlikle dinin bir emri, ya da farz ibadeti değildir.
Normalde başörtüsü ile ilgili olduğu belirtilen ayetlerde, Nur Suresi 30.31.33. Ahzab Suresi’nin 59’uncu ayetlerinden sadece bir tanesi başörtüsü ile ilgilidir. O da Arapların, İslâm öncesinde başlarına taktıkları örtünün çeki düzeni ile ilgili ayettir. Daha önceleri Arap kadınlarının göğüsleri ve pek çok bölgeleri açıktı. Hatta Kâbe’yi bile çıplak tavaf ederlerdi. Çıplak tavaf etmenin bir fazilet olduğunu düşünürlerdi.
Örtünme ayetleri, gerek kadının, gerekse erkeğin her ikisine birden geçerlidir. Temel, toplum içinde hoş karşılanmayan kaba avret yerlerinin ve kadınların göğüslerinin örtünmesine yönelik emirlerdir.
‘Başörtüsüne özgürlük ve kadına özgürlük’ tamamen siyasi ve sosyolojik bir olaydır. Başörtüsünün farz olduğunu kimse iddia edemez. Kur’an-ı Kerim’de sadece ‘Hımır’ kelimesi geçiyor. ‘Hımır’ kelimesi ise normal bir örtüyü ifade ediyor, başörtüsü değil. Giysi sıkıntısının çekildiği, hatta çıplak ibadet edildiği dönemde, Kur’an- Kerim’in söylediği şuydu;
‘Nasıl Hz. âdem ile Hava cennet açılınca, doğal olarak, kendi yaratışları icabı örtündülerse, siz de öyle örtünün’ demektedir. Yoksa başınızı, saçlarınızı örtün, örtmediğiniz takdirde yaptığınız haramdır anlamına gelmez.
Başörtüsü Yahudi geleneğidir. Tevrat ve Talmud’ da başörtüsü ile ilgili ayetler bulunur. Yahudi geleneğini inceledim. Yahudilerde, ‘Başörtüsüz kadınlar iffetsizdir, namussuzdur. İffet ve namusun korunmasının ölçüsü başörtüsüdür. Baş çirkindir, örtülmesi gerekir. Başörtüsüz hiç bir kadın çıkmamalıdır’ denilmektedir. Yahudi geleneği direkt olarak İslami etkilemiştir. Yoksa İslam’da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir…” şeklinde ifade etmiştir.
Cumhuriyet’in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, 13 Nisan 2007 tarihinde Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada özetle;
“…Türkiye’de siyasal rejim, Cumhuriyet’in kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır. Laik Cumhuriyet’in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti rejimini ılımlı İslam’a dönüştürmek için, dış ve kimi iç odakların çıkar birliği yapmaları ve bunu demokratikleşme adı altında gerçekleştirmeye çalışmalarıdır.
Oysa bu odakların bilmesi gereken üç önemli gerçek vardır: Birincisi, ister ‘ılımlı’, ister ‘köktenci’ olsun, din devleti ile demokrasinin yan yana getirilmesi, tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. İkincisi, ılımlı İslam’ın çok kısa sürede radikal İslam’a dönüşmesi kaçınılmazdır. Üçüncüsü de Türkiye Devleti, rejim seçimini, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte 84 yıl önce yapmıştır. Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleri ile Atatürk ulusçuluğuna bağlı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir.
Türkiye’nin siyasal rejimi, laiklik konusunda duyarlı dengeler üzerine oturtulmuştur. Laiklik, din ve inanç özgürlüğüne indirgenemez. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik ve toplumsal temelinde laiklik ilkesi vardır. Tüm ilke ve devrimler, başka bir deyişle Atatürkçü Cumhuriyet laiklik ilkesine dayanmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ilk kez iç ve dış odakların hedefi durumuna gelmiştir. Bu odaklar niyetlerini açıkça sergileyerek işi ‘hesap sorma’ söylemine kadar vardırmışlardır. Orduyu yıpratarak, etkisizleştirmek için zamanlanması ayarlanmış bir oyun oynanmaktadır.
Ülkemizin bütünlüğüne ve ulusal birliğine yönelik bölücü terörist eylemler ve gerici etkinlikler, birincil tehdit konumunu koruyor. 21.Yüzyıl’da da Silahlı Kuvvetlerimizin çağdaş ve güçlü durumda tutulmaya devam edilmesi, devletimizin ve rejimin geleceğinin en önemli güvencelerinden biri olacaktır.” [24] Demiştir.
Çok yanlış bir tespit. Böyle bir şey söz konusu değil
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ise, 14 Nisan 2007 tarihinde Almanya’ya hareketinden önce gazetecilerin sorusu üzerine; Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, yukarıda belirtilen konuşmasında geçen ‘rejim büyük tehlike altında’ değerlendirmesinin;
“…Çok yanlış bir tespit olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kahır ekseriyetle (büyük çoğunluğuyla) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in son görüş ve tespitlerini paylaşmadığını… Rejim sağlıklı olduğu içindir ki, ekonomi şu anda gelişme içerisindedir. Rejimin tehdit altında olduğu bir ülkede gelir de yabancı yatırımda bulunur mu? Böyle bir şey söz konusu değildir.” [25] Şeklinde ifade etmiştir.
Başbakan R. Tayyip Erdoğan
Halkımızın kutsal din duyguları istismar edilmektedir. ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Genelkurmay Başkanlığının 27 Nisan 2007 tarihli ve BA -08/07 Numaralı (Saat 23.15 gece yarısı uyarısı olarak gelen) Basın Açıklamasında özetle;
“…Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir.
Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır.
Bu bağlamda;
22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafet giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş… Bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.
Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dâhilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir.
Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerde bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir.
Bölgemizdeki gelişmeler, din ile oynamanın ve inancın siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleriyle doludur. Bu tür davranış ve uygulamaların, Anayasanın temel nitelikleriyle hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir.
Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur.
Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve kararlılığa bağlılığı ile inancı kesindir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur…” [26] Şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
Hükümete karşı bir tutum
Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek ise Genelkurmay’ın söz konusu uyarısı ile ilgili olarak yaptığı açıklamada özetle (28 Nisan 2007);
“…Açıklama hükümete karşı bir tutum olarak algılanmıştır. Demokratik bir düzende bunun düşünülmesi dahi yadırgatıcıdır. Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın, herhangi konuda hükümete karşı bir ifade kullanılması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin emrinde, görevleri anayasa ve yasalarla tarif edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. İlgili metinde, Genelkurmay Başkanlığı’nın hükümetle ilişkileri bakımından son derece yanlış ifadelerin yer alması üzücü olmuştur.” Demiştir…
Başbakan Erdoğan’ın ise, rejimi koruma görevinin herkesten önce hükümet başkanı olarak kendisine ait olduğunu, Türkiye’de rejimin tehlikede olduğuna yönelik değerlendirmelerin gerçekçi bulmadığını, Genelkurmay açıklamasında yer verilen örnekler için “münferit olaylar” ifadesini kullanmıştır.[27]
Türkiye irticadan çok çekti
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Marmaris’te yaptığı açıklamada Silahlı Kuvvetlerin irticaya ve laikliğe karşı çok hassas olduğunu vurguladıktan sonra (28 Nisan 2007);
“… Genelkurmay Başkanlığı, son zamanlarda laiklik ve irtica konusunda kötüye gidişi görünce böyle bir uyarıyı yapmak lüzumunu hissetmiş. Bunu bildiriyor. İnşallah dinlerler. Türkiye irticadan çok çekti. Menemen’de o sakallı, sarıklı, cüppeli insanlar bir asteğmeni boğazından bağ testeresiyle kıtır kıtır kesmiştir. Türkiye’nin yine böyle günlerle karşılaşmaması için Genelkurmay bir açıklama yapmış, görevini yerine getirmiştir.” [28] Şeklinde ifade etmiştir.
7.Cumhurbaşkanı Kenan Evren
“İrtica Yok” deyip cesaretlendirdiler. Tehlikenin varlığı göz ardı edilmiştir.
Danıştay’ın 139. Kuruluş Yıldönümü ve “İdari Yargı Günü” nedeniyle 10 Mayıs 2007 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’inde katıldığı, Başbakan Erdoğan’ın katılmadığı Danıştay’da yapılan törende, “Tehdit düzeyindeki irtica yok denilerek, hafife alındı (irtica), cesaretlendirildi. Pek çok kanlı eylemlere sebebiyet verildi.” diyen Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu’nun yaptığı konuşmada özetle;
“…İnsanlık tarihine kara bir leke olarak anılacak bu saldırı (17 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay’ın başörtüsü kararına karşı tepki olarak Avukat Alpaslan Aslan tarafından yapılan ve bir Danıştay üyesinin öldürülmesiyle sonuçlanan Danıştay saldırısı) münferit bir olay olmayıp, başta laik devlet düzeni olmak üzere cumhuriyeti, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, yargı ve yargıç bağımsızlığını hedef almıştır.
Mensuplarımıza saldırılmasında cesaretin ve gücün nereden alındığı, üzerinde durulması gereken konuların başındadır. Bu olay, (Danıştay saldırısı) Cumhuriyetle barışık olmayan, laik devlet düzenini özümsemeyen ve ülkemizin temel kurum ve kuruluşlarını hedef alan zihniyete karşı her zaman dikkatli olunması gerektiğini en acı bir şekilde hatırlatmıştır. Danıştay için 17 Mayıs (2006) asla unutulmayacak bir gündür. Bu menfur olayı, laik Cumhuriyeti ve onun bağımsız yargısına sahip çıkma ve tehlikelere karşı her zaman uyanık olma gerekliliğinin işareti olarak görüyoruz. ” [29] Denilmiştir.
Olayın sanıklarının yargılanıp kararın verildiği 13.02.2008 tarihli karar duruşmasında sanıklardan Alparslan Arslan’a son sözü sorulduğunda;
“… Genelkurmay şeriatın önüne geçmeye çalışmasın, Abdullah Gül’den, Başbakan Erdoğan’dan ve imanlı kişilerden Türkiye’de şeriatı ilan etmelerini istiyorum, yoksa kan dökülür.” Diğer sanık Osman Yıldırım’da Atatürk’ü kastederek;
“… O İngiliz piçinin kurduğu Cumhuriyeti başınıza yıkacağız, benim yegâne görevim Cumhuriyeti yıkıp 2 inci Osmanlı Devletini kurmak.” Gibi sözler ve hakaretlerde bulunmuşlardır.
Atatürk İlke ve İnkılâpları Anayasadan çıkarılmalıdır
AKP Mersin Milletvekili ve AKP’nin hukukçusu Prof. Dr. Zafer Üskül’ün, yeni anayasa taslağında;
“… Atatürk Milliyetçiliği ile Atatürk İlke ve İnkılâplarının anayasanın başlangıç bölümünden çıkarılması” ” [30] (27 Temmuz 2007) önerisi ile ilgili olarak bir AKP yöneticisinin, “Bu kendisinin şahsi görüşüdür, partimizin böyle bir görüşü de gündemi de yoktur.” Demiştir.
Prof. Dr. Zafer Üskül’ün,
Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ise; AKP Mersin Milletvekili Zafer Üskül’ ün, yukarıda ki önerisine karşılık yaptığı açıklamada özetle (28 Temmuz 2007);
“… Ulus devletin ortadan kaldırılmasına dönük bir değerlendirmedir. O zaman siz ulus devletin ortadan kalkmasını veya zayıflatılmasını istiyorsunuz. Üskül’ün, söz konusu niteliklerin herkesin ortak değeri olduğu ve yazılı olmasına gerek olmadığı şeklindeki yorumu, kurnazca ama gerçekliği olmayan bir yaklaşım.
Bu talihsiz anımsatma mesajı, doğrudan AKP yönetiminedir. AB sözcülerinin yıllardır Türkiye’den istediklerinin tekrarından ibarettir. Her devletin bir kuruluş felsefesi ve temel ilkeleri vardır ve bunlar anayasalarında yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu Atatürk milliyetçiliğine, devrim ve ilkelerine dayanmakta ve bu nedenle Anayasa’nın değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri arasında bulunmaktadır.” [31] Demiştir.
Laik ve demokratik yapıyı sinsice bozma planları ortaya çıkmaktadır
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyük Anıt, 30 Ağustos Zafer Bayramı dolaysıyla 28 Ağustos 2007 tarihinde Hürriyet Gazetesinde yayınlanan mesajında özetle;
“… Bilime ve akla dayanan Atatürkçü Düşünce Sisteminin esaslarını kavrayamamış bir takım kötü niyetliler tarafından; Türk ulusunun birlik ve beraberliğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik yapısını bozmak ve çağdaş kazanımlarını ortadan kaldırmak amacıyla yürütülen sinsi planlar ne yazık ki her geçen gün farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır.
Üzülerek ifade ediyorum ki, yaşadığımız günlerde hem ülke içinden hem de ülke dışından Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) karşı yapılan saldırılar artmış bulunmaktadır. Bu saldırıların amacı, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını içine sindiremeyen bölücüler ile laik yapısını sistematik bir yaklaşımla aşındırmaya çalışan şer odaklarının yaklaşımlarını, tüm ulusumuz çok açık olarak izlemektedir.” Demiştir.
Karılarınızı çalıştırmayın
İstanbul Beylik Düzü’nde ki Fatih Sultan Mehmet Camii İmamı Hasan Hakyemez, 21 Aralık 2007 günü Cuma namazında verdiği vaazda özetle;
“…Ben diyorum ki, karılarınızı çalıştırmayın. Çalıştırırsanız günaha girersiniz. Çalışan kadın işyerinde nefsine hâkim olamaz. Ben size İslam’ın emrini tebliği ediyorum. ” [32] Demiştir.
Büyükçekmece Müftüsü Fahri Sağlık’ın, İmam Hakyemez’in yazılı savunmasını isteyerek, “Böyle bir görüş ne Kuran’da ne hadislerde, ne ayette hiçbir yerde yok. İslam bilginlerinin de böyle bir yorumu yok. Bu sözleri ne şekilde söyledi araştırıyoruz. Vaazda bunu söylediyse gerekeni yapacağız” [33] Şeklinde açıklamada bulunmuştur.
'SÖYLEDİKLERİM KİTAPTA DA VAR' İmam Hasan Hakyemez kendini savundu: Bunlar kitapta yazıyor. Ben sadece İslam'ın emrini tebliğ ediyorum, uydurmuyorum. Beni burada istemeyenler var.
Tekke ve zaviyeler yeniden gözden geçirilmelidir
Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu üyesi AKP Kütahya Milletvekili Hüseyin Tuğcu, 2008 yılı Ocak ayında yaptığı konuşmada;
“… Bir dönem zorunluluktan dolayı kaldırılan tekke ve zaviyelere ilişkin yasanın sosyal gereksinimler çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Zaten bu dini sosyal gruplar varlıklarını yıllardır sürdürüyorlar. Devleti millete, milleti devlete küstürmenin ne gereği ne de anlamı vardır.” [34] Şeklinde görüşünü dile getirmiştir.
Eski Kütahya Milletvekili Hüseyin Tuğcu
Türban Olayı ve Dini özgürlük
Türbanın Cumhurbaşkanlığı makamında ülkemizi temsiline karşıyız
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Seylan’ın, genel merkezi ve tüm şubeler adına, 15 Ağustos 2007 tarihinde imzasıyla yayınladığı açıklamada özetle;
“Türkiye’mizde, Cumhurbaşkanlığı seçiminin Milli Görüşçülerin intikamı şekline getirilmesi çok büyük talihsizliktir ve ülkenin geleceği açısından büyük yanlıştır. Cumhurbaşkanlığı, ülkemizi yurtiçinde ve dışında temsil eden en büyük ve üst makamdır. Ve her şeyden önce ulusumuzun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ve çağdaş Türkiye’yi simgelemektedir. Sayın Gül, Milli Görüşçü geçmişi, eşinin, kızlarının tesettürlü oluşu ve devleti dava edişi dikkate alınmaksızın Dışişleri Bakanlığı’na kadar gelmiştir.
İktidara, Milli görüşü Cumhurbaşkanlığına getirme hakkı sayısal olarak verilse de ulusal uzlaşı açısından yüzde 53’ü yok saymak anlamına geleceği anlamına gelir.
Cumhuriyetimizin hem geçmişi, hem kişisel ve ailesel iç ve dış görünüşüyle çağdaş niteliklere sahip bir cumhurbaşkanı ailesiyle temsil edilmesi gerekir. Kişisel özgürlükler kavramına sığınarak siyasal, dinsel simge haline getirilmiş olan türbanın Cumhurbaşkanı makamında ülkemizi temsiline karşıyız ve asla içimize sindirmeyeceğiz.” [35] Şeklinde ifade etmiştir.
Velev ki (türban) bir siyasi simge
Başbakan Erdoğan’ın, Ocak 2008 ayı içerisinde ‘Medeniyetler İttifakı Forumu’ için gittiği İspanya’da;
“Velev ki (türban) bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı da suç kabul edebilir misiniz? Simgelere, sembollere bir yasak getirebilir misiniz? ” demiştir.
Türban Türk kültüründe yoktur
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu 17 Ocak 2008 tarihinde türban ile yaptığı açıklamada;
“… Türban denilen giysi Türk insanının kültüründe yoktur. Türban son 20-25 yıldır bazı siyasiler tarafından oluşturulmuştur. Anayasa Mahkemesi 1989 yılında bu konu ile ilgili kararını vermiştir. Bu siyasi bir simgedir, laikliğe aykırıdır, dolaysıyla da üniversitelere girişi de olmaz.” [36] Demiştir.
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu
Türkiye’de dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşanmaktadır
Türkiye Dışişleri Bakanı ve Baş müzakereci Ali Babacan; 28 Mayıs 2008 tarihinde 12 TBMM üyesinin de katıldığı Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu (AP) Dışişleri Komisyon üyelerine yaptığı konuşmada;
“… Avrupalıların söylediği gibi Türkiye’de sadece gayri Müslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluğunda dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşadığını” [37] ifade etmiştir.
Dışişleri Bakanı ve Baş müzakereci Ali Babacan
Bakan Babacanın yukarıdaki konuşmasına karşılık TBMM Başkanı Köksal Toptanın ise özetle;
“…Türkiye’de inanç ve etnik farklılıklar açısından hiçbir sorun olmadığını, insanların, Türkiye’nin özgür laiklik anlayışını severek uyguladığını, 70–75 milyonluk Türkiye’deki çok münferit olaylardan hareketle bir genelleme yapmanın yanlış olacağını, İnsanımızın inancını yaşaması konusunda böyle bir sorunun olmadığını” ifade etmiştir.
Ayrıca Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ise;
“…Dini konuların siyasi tartışmalara basamak yapılmasını doğru bulmadıklarını,” söylemiştir.
Bunlar başka bir İslamiyet arıyorlar.
AKP’nin Dışişleri Bakanı Ali Babacanın, yukarıdaki sözlerine karşılık CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın ise özetle;
“…Türkiye seksen bin camisiyle, yetmiş milyon Müslüman vatandaşıyla, herkesin dinini en güzel şekilde yaşayabildiği, dini bayramlarını coşkuyla kutlandığı, ramazanların şölene dönüştüğü, günde beş vakit ezan sesinin tüm ülkeye yayıldığı, dünyanın en güçlü Müslüman Diyanet Teşkilatına sahip, 54 Müslüman ülke arasında anayasasında laikliğe yer veren tek ülke.
Hal böyleyken Türkiye Dışişleri Bakanının (Ali Babacan) böyle bir suçlamayı içine sindirmesi ve dile getirmesi nasıl mümkün olmuştur? Acaba Türkiye’de yaşanan İslamiyet onu kesmiyor mu? Bunlar başka bir İslamiyet arıyorlar. Yabancıların Türkiye’yi suçlamaları karşısında onlara yararlanabilmek için, ülkesini suçlama yanlışı bu derecelere mi geldi? Dışişleri Bakanının açıklamaları, bir ağızdan kaçma örneği değildir. Sistematik bir durumdur ve vahim bir laftır. Bu tesadüfü, ağızdan kaçırılmış bir söz değildir. Bu bir zihniyetin itirafıdır.” [38] Şeklinde açıklamada bulunmuştur.
AKP Hükümeti, ‘Ilımlı İslam Devleti’ adı altında bir şeriat devletine doğru gitmektedir. Türban siyasi bir simgedir
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın, 30 Mayıs 2008 tarihinde, AKP’nin kapatılması davasında sunduğu 45 sayfalık esas hakkındaki görüşünde özetle;
“…Davalı partinin (AKP) eylem – söylemleri, ‘Ilımlı İslam Devleti’ adı altında bir Şeriat Devletine gidişin açık kanıtlarıdır. 5.5 yıldır Şeriat Devletine dönüştürme faaliyetleri kanıtlarıyla ortaya konmuştur. Şeriatın tüm toplumu İslami bir düzene kavuşturmayı esas alan ‘cihat’ boyutu gözetildiğinde laik rejimi dönüştürmek için güç kullanılması ve bu tehlikenin uzak olmadığı bir gerçektir.
Dışişleri Bakanlığı döneminde Gül’ün, (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül) Milli Görüş Teşkilatı ve Fethullah Gülen Cemaati ile ilişki kurulması yönündeki büyükelçilerimize gönderdiği talimat, laik devlet ilkesine aykırıdır. Cumhurbaşkanı Gül’ün, üye, bakan, başbakan olarak eylemleri partiyi bağlar. TBMM Başkanının (Bülent Arınç) laikliğe aykırı beyan faaliyetleri davalı partiyi bağlar. Türban bir siyasi simgedir. Din ve vicdan özgürlüğü kapsamında koruma göremez.” [39] Şeklinde ifade etmiştir.
Abdurrahman Yalçınkaya
Türbanın üniversitelerde yasaklanması ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararı
Türbanın Üniversitelerde yasaklanması ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin, 22 Ekim 2008 tarihli ve 27032 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan gerekçeli kararında özetle;
“… Üniversitelerde türban serbest bırakıldığı takdirde, dini kıyafet ve simgeler dâhil her türlü kıyafet, ilköğretimden yükseköğretime, öğretim hizmetlerinden yararlanma bağlamında herhangi bir engelle karşılaşmadan yayılabilecektir.
Kıyafet serbestisinin, başta laiklik ilkesi olmak üzere, Anayasamızın 2inci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel nitelikleriyle bağdaşmayacaktır. Anayasamızın 4üncü maddesinde ifade edilen değiştirilmezlik ilkesine aykırı düşecektir. Böylesi sınırsız ve koşulsuz bir kıyafet serbestisinin ise, toplumsal huzuru ve ulusal dayanışmayı zedelenesi hatta giderek ortadan kaldırması kaçınılmazdır.
Bu tür kıyafetleri giyenlerin giymemeyi tercih edenlere yönelik bir etkileme, baskı, dayatma ve tehdit unsuru haline gelebilecek, örtünen-örtünmeyen, inançlı-inançsız, Müslüman olan-olamayan şeklinde din eksenli ayrışmalar, kutuplaşmalar ve bunlara bağlı olarak kamu düzeni ve huzurunu tehdit edecek gerginlikler ve çatışmalar ortaya çıkabilecektir.
Laik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Böylece, siyasal yaşamın dayanağı bilim ve hukuk olur. Yükseköğretim kurumlarında dinsel gereğe bağlanan başörtüleri, laik bilim ortamıyla bağdaştırılamaz.
Dini amaçlı örtünmeye imkân tanıyan bir düzenleme, benimsenen dini inançların, kıyafetler simge olarak kullanılmak suretiyle açığa vurulmasına yol açar. Herkesin her istediğini yapması, en eski ve en yeni demokrasilerde bile söz konusu değildir.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gözetildiğinde, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.” Denilmiştir.
AKP’ nin yaptığı laikliği dolaylı şekilde delme girişimidir
Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş ise Anayasa Mahkemesinin üniversitelerde türbana geçit veren yasayı iptal etmesiyle ilgili kararın tarihi bir karar olduğunu, bu kararın Atatürk Cumhuriyeti’ni koruma yolunda verilen kararların en önemlisi olduğunu ifade etmiş, ayrıca;
“…AKP’ nin yaptığı Anayasa’nın değiştirilemez hatta değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinden laikliği dolaylı şekilde delme girişimiydi… Anayasa Mahkememiz Atatürk ilkelerini teminat altına almıştır.” Şeklinde açıklamada bulunmuştur.
Türbanın Üniversitelerde yasaklanması hakkında Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararı ile ilgili olarak yapılan açıklamalarda özetle;
TBMM Başkanı ve AK Parti Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın, Anayasa Mahkemesinin üniversitelerde türban yasağı getirme kararını Anayasa dışı olarak yorumlamış ve özetle (6 Haziran 2008);
“…Sonuçları itibarıyla çok vahim bir karar. Çok sinirliyim. Anayasa Mahkemesi hak ve yetkilerini kötüye kullandı. Alınan bu karar vahim bir karardır. Bu karar tüylerimi diken diken etti. Türkiye’deki egemenliğin artık millette değil, yargıçlarda olduğunu, yargı, yasamayı hiçe sayan bir karar veriyor. Böyle bir rejime, böyle bir sisteme Cumhuriyet denilebilir mi? sonuçları itibariyle çok vahim bir karar.” [40] Demiştir.
Anayasa Mahkemesinin türban kararı yok hükmündedir.
Yeni Şafak Gazetesinin 7 Haziran 2008 tarihli nüshasında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Şentop (daha sonra TBMM Başkanı) Anayasa Mahkemesinin yukarıdaki türbanla ilgili kararı ile ilgili olarak özetle;
“…Mahkeme, kendi meşruiyetini çiğnedi. Meclis, bu kararı yok sayıp mevcut değişikliği uygulamaya devam edebilir. Mahkeme hükümetin düşmesine karar verse, Resmi Gazetede yayımlasa bu geçerli mi olacak? Geçerli olmayacak. Çünkü mahkemeye böyle bir yetki verilmemiş. Bu nedenle karar yok hükmündedir.” Demiştir.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop
Ne zaman türban siyasi simge konusu oldu, o zaman gerilimler başladı.
Ayrıca ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut ise türbanın Üniversitelerde yasaklanması ile ilgili Anayasa Mahkemesinin kararının, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir dönüm noktası olduğunu söyleyerek konuşmasında özetle (7 Haziran 2008);
“… Bundan sonra kimse laikliği zedeleyemeyecek. Türban konusu bundan sonra asla siyasi istismar konusu olamayacaktır. Söz konusu tartışma öncesinde bizim türbanlı öğrencilerimizle başı açık olan öğrencilerimiz arasında sorun yoktu. Ne zaman türban siyasi simge konusu oldu, o zaman gerilimler başladı. Artık türban siyasi istismar konusu olmayacak. Artık türbanlı öğrencileri derslere almak, Anayasa Mahkemesi’nin kararına karşı çıkmaktır. Suç içlemeyin.” Demiştir.
Dinci ve Hükümet yanlısı basın, Anayasa Mahkemesi üyelerini hedef göstermiştir
AKP’ nin MHP ile birlikte üniversitelerde türban serbestliği için yaptığı Anayasa değişikliği başvurusunun, Anayasa Mahkemesince ret edilmesi üzerine dinci ve hükümet yanlısı Yeni Şafak Gazetesinin 7 Haziran 2008 tarihli baş sayfasında Anayasa Mahkeme üyeleri hakkında “Suç İşlediler” manşetini atmış ve bu yüksek yargı üyelerini hedef göstermiştir.
AKP’ nin yaptığı laikliği dolaylı şekilde delme girişimiydi
Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş ise Anayasa Mahkemesinin üniversitelerde türbana geçit veren yasayı iptal etmesiyle ilgili kararın tarihi bir karar olduğunu, bu kararın Atatürk Cumhuriyeti’ni koruma yolunda verilen kararların en önemlisi olduğunu ifade etmesi, ayrıca;
“…AKP’ nin yaptığı Anayasa’nın değiştirilemez hatta değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinden laikliği dolaylı şekilde delme girişimiydi… Anayasa Mahkememiz Atatürk ilkelerini teminat altına almıştır.” Şeklinde ifadede bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Yekta Güngör Özden ise özetle,
“… Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir. Siz Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını Meclis’in oluruna bağlamak ve çoğunluğa onaylatmak isterseniz Türkiye’de hukuk devleti yara alır. Bu karar siyasetçilere ders olmalıdır. Anayasa’yla oynamak sevdasından vazgeçsinler. Yüksek Mahkeme üzerine düşeni yapmıştır.” [41] Demiştir.
Anayasa Mahkemesinin kararları askıya alınabilir
TBMM Adalet Komisyonu Başkanı, Hukuk Profesörü ve AKP Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya, Anayasa Mahkemesinin türbanın üniversitelerde yasaklanması hakkındaki karar ile ilgili olarak yaptığı açıklamada özetle (09 Haziran 2008);
“…TBMM, en az 184 milletvekilinin teklifi ve 330 milletvekilinin gizli oyuyla (üye sayısının en az üçte birinin yazılı teklifi ve beşte üçünün gizli oyu) Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını askıya alabilir. Askıya alma kararı, mahkeme kararını bütün hüküm ve sonuçlarıyla ortadan kaldırır. Üzerinden 5 yıl geçmedikçe mahkeme aynı kuralı yeniden denetleyemez.” [42] Şeklinde öneride bulunmuştur.
Velev ki türban üniforma oldu
Tarım ve Köy işleri Bakanlığına bağlı Sivas El Sanatları Eğitim Merkezinin, 11 Haziran 2008 tarihinde düzenlenen belge verme töreninde kız kursiyerlerin çoğu tek tip türbanlı kıyafet giymiştir. Törene Sivas Valisi Veysel Dalmaz, İl Tarım Müdürü Mehmet Kayan da katılmış, töreni izlemek üzere gelen kadın ve erkekler ayrı bölümlerde oturmuşlardır. [43]
Atatürk devrimleriyle, Türk toplumuna travma yaşatıldı
Amerikan The New York Times Gazetesinin, İstanbul muhabiri Sabrina Tavernise imzalı haber-yorumda, Atatürk’ün reformlarının anlatıldığı bölümden hemen sonra, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın [44] Atatürk’ün reformlarını kastederek New York Times’a yaptığı açıklamada (23 Haziran 2008);
“… Atatürk devrimleriyle, Türk toplumuna travma yaşatıldı. Bir gecede kıyafetlerini ve dillerini değiştirmeleri söylendi. Dinsel yolları dağıtıldı.” [45] Demiştir.
Mir Dengir Fırat’ın yukarıdaki travma sözlerine karşılık;
Hürriyet Gazetesi yazarı Tufan Türenç’in ise ‘Atatürk’ün devrimleri travma yarattı’ diyen Dengir Mir Fırat ile ilgili olarak 25 Haziran 2008 tarihli ‘Cumhuriyet karşıtı harika düet…’ başlıklı köşe yazısında özetle;
“… Aslında Dengir Mir Mehmet Fırat’ın düşünceleri, Abdullah Bey’in, (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül) Tayyip Bey’in, (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan) Bülent Bey’in, (Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç) ve öteki AKP’lilerin düşüncelerinin kopyasıdır. Zaten AKP iktidarının Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük, ülkenin rejimini, Atatürk’ü, Cumhuriyet devrimlerini dünyada tartışılır hale getirmesidir. Hedef açıktır: Cumhuriyet, değerleri, kazanımları ve Atatürk. Bunların yıpratılması ve karalanması.” Demiştir.
AKP rejimi ve Cumhuriyetin geleceğini tartışmaya açmıştır. Devleti dini esaslara göre şekillendirmeye çalışmaktadırlar
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın 1 Temmuz 2008 tarihinde AKP hakkında kapatma davası ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinde yaptığı sözlü açıklamada özetle;
“… Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında 14.03.2008 tarihli iddianame ile açmış bulunduğumuz temelli kapatma davasında sözlü açıklamalarda bulunmak üzere huzurunuzdayım.
AKP’ nin, şeriat düzeni kurmak istediğini, bu konuda açık ve yakın tehlike bulunduğunu, toplumu, şeriat tehlikesinden korumanın tek ve zorunlu yönteminin kapatma yaptırımının olduğunu, AKP’ nin mutlaka kapatılması gerektiği, şeriatın yani şiddetin somutlaşması durumunda kendini korumaya çalışacak demokratik bir sistemin kalmayacağını,
AKP’nin, rejimi ve cumhuriyetin geleceğini tartışmaya açtığını, AKP iktidardayken, şeriat modeli riskinin her geçen gün artığını, AKP ve Genel Başkanı Erdoğan’ın bu konuda takiye yaptığını, Davalı siyasi partinin (AKP) şeriata ve çok hukukluluğa dayanan bir sistemi amaçladığı, devleti adım adım şeriatla yönetilen bir devlete dönüştürmeye çalıştığı,
Davalı siyasi partinin amacının, yalnızca türbanın yükseköğrenimde serbest bırakılmasının olmadığını, asıl amacın, Anayasal sistemin din kurallarına dayalı bir rejime dönüştürmek olduğunu,
Sayın Başkan, Yüksek Mahkemenin değerli üyeleri; davalı partinin türban için bu kadar mücadeleyi göze almasının nedeninin; türbanın siyasi simge, Cumhuriyete karşı açılmış karşı devrimin (Yeşil devrimin) sancağı olmasıdır.
Davalı partinin demokratik ve laik rejimi değiştirme planlarında uyguladığı dördüncü yöntem; iktidar gücünü kullanarak temin ettiği medya gücünün desteği ile yürüttüğü çarpıtmadır. Bu bütünüyle, laik rejimi karalama, şimdiye kadar yaşanan her türlü olumsuzluğun suçunu laik Cumhuriyete yıkma, ona sahip çıkanları, ‘statükocu, laikçi, indirgemeci, siyasi dinozor.’ Gibi kavramlarla karalayarak mahkûm etmeye yönelik olduğunu,
Davalı partinin iddianamede belirtilen eylemleriyle Anayasanın 68/4, 69/6 ve SPK’ un 101/b maddeleri anlamında laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğunda kuşku bulunmadığını, bu eylemlerin, büyük bir kısmının genel başkana ait olduğunu, (Başbakan Tayip Erdoğan)
Devlet kadrolarında siyasal İslamcı bir yapının oluşturulması, özellikle üst düzey atamalarda liyakat ve kariyer yerine dini inanç ve aidiyetin ölçüt olarak öne çıkarılması, davalı partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiğini kanıtlamaktadır.
Sayın Başkan ve sayın üyeler; bu açıklamalar ışığında;
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiğinin tespiti ile eylemlerinin ağırlığı da gözetilerek, Anayasa’nın 69ncu maddesinin altıncı fıkrası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın (SPY) 101nci maddesinin b bendi uyarınca kapatılmasına,
Beyan ve eylemleriyle partinin temelli kapatılmasına neden olan ve iddianamede isimleri belirtilen kişilerin (71), beş yıl süreyle bir başka siyasi partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamayacaklarına, ayrıca milletvekili olanların da milletvekilliklerinin düşürülmesine, karar verilmesi kamu adına saygıyla arz ve talep olunur.” ( s.468-484) Demiştir.
Türkiye barsaklarını temizliyor
TBMM eski Başkanı ve Başbakan Yardımcısı AKP Manisa Milletvekili Bülent Arınç, Ergenekon dalgalarının tüm hızıyla sürdüğü ve TSK’ya kumpaslar kurulduğu dönemde 4 Temmuz 2008’de Ülke TV’ye çıkarak bu operasyonları savunarak;
“… Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sancılar bir taraftan doğum sancısıdır, bir taraftan Türkiye’nin bağırsaklarının temizlenmesidir.” [46] Demiştir.
Fethullah Gülen örgütünün hâkim ve savcılarıyla gerçekleştirilen Balyoz davasını bahane ederek “Türkiye bağırsaklarını temizliyor.”, “Bu ordunun generalleri ile iyiken savaşa girmemişiz.” Diyebilen bu asker düşmanı kişiden hesap sorulmalıdır.
Pensilvanya ’ya da gidip Fethullah Gülen ile görüşen Bülent Arınç, 6 Haziran 2012’de katıldığı Türkçe Olimpiyatları’nda yaptığı konuşmada ise FETÖ lideri için “ O muhteşem insana, hüzünlü gurbetten şimdi Bursa’yı seyreden bu güzel insana, muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi’ye şükranlarımı sunuyorum. Rabbim hayırlı ve uzun ömürler versin.” [47] Demiştir.
Haremlik-Selamlık karşılama
Enerji Bakanı Hilmi Güler’ in 9 kişilik ekibiyle bazı açılışlara katılmak üzere 18 Temmuz 2008 tarihinde Sivas’a gelişinde, aşağıda görüldüğü gibi Bölge Trafiğinin önünde modern Türkiye Cumhuriyeti rejimine yakışmayan ve bir ilk olan harem selamlık karşılama yapılmıştır.
AKP, laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelmiştir
Anayasa Mahkemesi, 30 Temmuz 2008 tarihinde yaptığı tarihi duruşmada, AKP’ye (Adalet ve Kalkınma Partisi), “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” ve bu partinin temelli kapatılması iddiasıyla 14 Mart 2008 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından bu partinin 71 mensubu hakkında açılan davada “kapatmama” kararı vermiştir. Ancak, 6 mahkeme üyesinin, partinin “kapatılması”, 5 üyenin ise “kapatılması yerine, devlet yardımından yarı oranda yoksun bırakılması”, Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç ise “davanın reddi” yönünde oy kullanmıştır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “AKP kapatılmadı ama bu karar ciddi bir ihtardır.” Demiştir. Yüksek Mahkeme’nin 11 üyesinden 10’u iktidar partisinin ‘laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiğine’ karar vermiş ve Karar gereği, AKP’ ye yapılacak hazine yardımının yarısı kesilmiştir. [48] Anayasa Mahkemesi bu kararı verilirken, Sn. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, Sn. Recep Tayyip Erdoğan, AKP Genel Başkanı ve Başbakan idi.
Türbanın faturasını ödüyorum
5 Ağustos 2008 tarihinde Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü’ne, hem üniversite seçiminde hem de YÖK listesinde ilk sırada yer almasına rağmen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından atanmayan Prof. Dr. Mustafa Akaydın bu konuda yaptığı açıklamada özetle;
“…Atanmamam için mantıklı hiçbir neden yoktu. Cumhurbaşkanı Gül, ideolojik bazı nedenlerle atamayı yapmamış, tarafsız cumhurbaşkanı olsa, farklı bir karar çıkardı. Laik Türkiye Cumhuriyetinin kazanımlarını savunmam, bir kusur olarak görüldü. Bu tavır rahatsız etmiş olabilir. Yaptığım her şeyden gurur duyuyorum. Ben Atatürk çocuğuyum. Türbanın faturasını ödüyorum. ” [49] Demiştir.
Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın üstünde değildir.
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 23 Ekim 2008 tarihinde türbanın Üniversitelerde yasaklanması ile ilgili Anayasa Mahkemesinin kararı ile ilgili yaptığı açıklamada özetle;
“…Bizler milli iradenin üstünde bir irade tanımıyoruz. Bu hiç hoş değil. Bu karar, parlamentonun yetkilerini de dışlayan bir karar olması sebebiyle milli egemenlik noktasında da tartışılacaktır. Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın üstünde değildir.” [50] Demiştir.
Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ile birlikte AK Parti Van seçim bürosunu ziyaret eden Eski TBMM Başkanı ve AK Parti Manisa Milletvekili Bülent Arınç, 11 Mart 2009 tarihinde burada yaptığı konuşmada;
“… Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Aman Allah’ım neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah’a çok şükür ediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar. Siyasetle uğraşmışlar, darbelerle uğraşmışlar. Memlekette kendi kafalarına göre uygun buldukları işleri yapmak için maalesef yasa dışı güçlerle bile iş birliği yapmaktan çekinmemişler. Bu çok yanlış bir şey, ama eğer Türkiye’de AK Parti iktidarı olmasaydı, bunlara karşı hiçbir hükümet ayakta kalamazdı. Bizi biz yapan bunlarla mücadele etme noktasıdır.” [51] Demiştir.
Cemaatler siyasi aktörlüğe soyunuyor
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, İstanbul’da Harp Akademileri Komutanlığı Atatürk Harp Okulu ve Kültür Merkezi’nde 14 Nisan 2009 tarihinde yapılan ‘Yıllık Değerlendirme Toplantısı’nda yaptığı konuşmada özet olarak;
“…TSK’nin toplum nezdindeki itibarını ve güvenirliğini sarsmayı amaçlayan iki ön yargılı yaklaşımı dikkat çekmek istiyorum. Birisi, demokratlık kisvesi altında TSK’ni yıpratmak amacıyla, TSK’ne karşı sistematik muhalefet yapılması, İkincisi ise toplumumuzu etkilemek amacıyla TSK’ni din karşıtı olarak gösteren kötü niyetli propaganda kampanyalarıdır. Kim ne derse desin Türk milletinin ordusu halktır, halktandır, halk içindir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ
Bazı din eksenli cemaatler kendileri için en büyük engel olarak TSK’ni görmektedir. Her fırsattan istifade ederek faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu yapılanlara karşı hukuk devleti kapsamında TSK’nin tepkisiz kalacağını düşünmek ise büyük yanılgıdır.” [52] Demiştir.
Türkiye’de “ılımlı İslam” projesi uygulanmaya çalışılıyor
Sözcü Gazetesi yazarı Kemal Baytaş’ın, gazetenin 10 Mayıs 2009 tarihli ‘Türkiye’ye uygulanan şer planı’ başlıklı köşe yazısında özetle;
“… Sürekli Kıbrıs sorunu ve PKK terörü yaratılarak Türkiye’nin içten çökertilmesi planlanıyor. Bunun için ‘ılımlı İslam’ projesi uygulamaya konuyor. AKP (İktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi) de misyonu gereği bu proje içinde yer alıyor. ‘Fırsat bu fırsattır’ diye tüm devlet kadroları cemaat ya da tarikatçılarla donatılmaya başlanıyor.
Bu eylem mülkiye ve adliyede büyük ölçüde gerçekleşiyor. Valiler devletin değil AKP’nin valisi yapılıyor. Kaymakamların % 50’den fazlası kadın eli sıkmıyor. Dincilerin özellikle, yerel mahkemelerde % 50’yi aştığını yargı mensupları beyan ediyor. Poliste ise bu durum daha tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Eski ‘polder solcu’ ‘polbir sağcı’, kamplaşmalar şimdi cemaatçi, tarikatçı şekline dönüşüyor.
Özellikle (ÇYDD’ ye / Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği / yapılan baskının) Atatürkçü eğitimin kökünü kazımak amacıyla ‘Fethullahçı polisin marifeti’ olduğu söylentisi ayyuka çıkıyor. Ergenekon’unda önemli bir halka olduğu belirtilen bu projede ‘Laik, Atatürkçü kesimin tasfiye edilmesi’, ‘Ülkenin güvencesi askerin yıpratılıp pasifize edilmesi’ ve ‘yargının uydulaştırılması’ esas alınıyor.” Denilmiştir.
Yandaş değil bağımsız yargı
7 Eylül 2009 tarihinde yapılan adli yıl açılış töreninde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Adalet Bakanı Sadullah Ergin… TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ve diğer yargı mensuplarının katıldığı toplantıda ve dağıtılan konuşma metni ile daha sonra dışarıda gazetecilerin sorularına karşı yaptığı konuşmada özetle;
“… Bir an düşünün. Altında Başbakanın zırhlı aracı arkasında Adalet Bakanlığının koşulsuz desteği ve yanında yandaş medyanın gücünü hisseden bir savcının bu konumu karşısında söylenecek tek şey ‘sakının savcım geliyor.’ Dur.
Yargı, hep icraatı engelleyen bir ayak bağı gibi algılanmıştır. Siyasal iktidar ülke yönetiminden ve ülkenin kaderinden sadece kendisini sorumlu kabul etmiş ve kendisi dışındaki güçleri, kurumları ve yurtseverleri yok saymıştır. Bunun sonucu olarak en sade yurttaştan en sorumlu kamu görevlisine kadar yaygın bir dinleme düzeni kurularak onlar kontrol edilmeye çalışılmıştır.
Bu hukuk ve ahlak dışı dinlemelere dayanarak birçok kişi hakkında iddianameler düzenlenmiş, sayfa sayfa yazılar, öyküler ve romanlar yazılmıştır. Bu durumda yapılacak şey, toplumun huzuru, barışı ve güvenliği için büyük sorumluluklar yüklenen yargıç ve savcılarımızın yargı erkini ve yargı bağımsızlığı ile yargıç güvencesini sahiplenerek cesur ve kararlı duruşlar sergilemeleridir.” [53] Şeklinde ifade etmiştir.
İlk türbanlı Sn. Emine Erdoğan’dı
ABD’nin Pittsburgh kentinde 25 Eylül 2009 tarihinde yapılan G–20 zirvesinde, Başbakan Tayyip Erdoğan ve eşi Sn. Emine Erdoğan’ın, ABD Başkanı Obama ve eşi tarafından karşılanması ile ilgili olarak New York Times muhabiri Helen’e Cooper’ın yazısında;
“ … Gecenin ilk hicabını (tesettür) Emine Erdoğan giyiyordu. Türkiye’nin dışında G-20’ye dâhil İslam ülkeleri, Endonezya ve Suudi Arabistan. Endonezya First Lady’si başını örtmüyor. Suudi Arabistan Prensi Saud El faysal zirveye tek başına gelirken, G–20 üyesi olmamasına rağmen zirveye davet edilen, yüzde 33’ü Müslüman olan Etiyopya’nın First Lady’si Azib Misfin, omzuna bir şal atmıştı.” [54] Şeklinde ifade etmiştir.
Kadın yüzünü örtmeli evden çıkmamalıdır
Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Orhan Çeker, tecavüz vakalarına ilişkin olarak yaptığı açıklamada;
“… Sorunun odağında kadın var. Sen dekolte (açık giysi) giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmaz. Tahrikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değil.” (18 Şubat 2011) Diyebilmiştir…
Orhan Çeker; “cvaplar.org” adlı dini internet sitesinde 2008 yılında, kendisine sorulan sorulara karşı verdiği yanıtta ise özetle;
“… Avret (gösterilmemesi gereken mahrem yerler) yeri, toplumumuzda hukuken bulunmayan cariyeler için de geçerlidir. Cariye, İslam toplumunda baş açık ya da kolları açık veya diz kapağından aşağısı açık gezdiği zaman günah işlemiş olmaz. Müslüman kadının yüzü, avretten değildir. Ama bir fitne söz konusu ise yüzünü de örter, evden çıkması caiz olmayabilir. Zamanın Müslüman kadını, başını örtüyor, pardösünü de giyiyor ama dar giyindiği için vücut çizgileri olduğu gibi ortada olabiliyor.” Şeklinde söylemiştir.
Prof. Dr. Orhan Çeker,
Kadın, yabancı erkeklerin alabileceği şekilde koku sürünecek olursa, o kadına cennet kokusu haram olacaktır.
Gösteriş olsun diye saç boyama caiz değildir. İnsanı kibre ve şımarıklığa götürür.
Kadının sesi düz konuşma şeklinde caizdir. Erkeklerle konuşurken kırıtmadan, fazla laf etmeden konuşmasının sakıncası yoktur.” [55] Diyebilmiştir.
Kemalizm kaybetmiştir. ‘Ne mutlu Türküm Diyene’ kaybetmiştir. ‘Türkiye Türklerindir’ kaybetmiştir
Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olduğu anlaşılan Dinci yazar Mehmed Göktaş’ın, 15 Mart 2013 tarihli makalesinde aşağıdaki ifadeleri yazmıştır özetle;
“… Evet, bu işin kaybedeni Kemalizm olmuştur. Çünkü Türk kanadında bu sürecin her aşamasının karşısına dikilen ve direnip duranlar Kemalistler olmuştur. Kemalistlere rağmen bu süreç başlatılmış, sürdürülmüştür ve büyük oranda kazanılmıştır. Korkmayın! Söyleyin: Kemalist ideoloji kaybetmiştir, ‘Ne mutlu Türküm Diyene’ kaybetmiştir. ‘Bir Türk Dünyaya Bedel’ kaybetmiştir. ‘Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun’ kaybetmiştir. ‘Türkiye Türklerindir’ kaybetmiştir.
Zaten bütün bu belaları bu ülke insanının başına saran Kemalizm’in kendisidir. Kemalist ideolojiyi kabullendirmek için cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana imha edilen insan sayısı üzerinde lütfen bir araştırma yapılsın. Ortaya çıkacak rakam gerçekten insanlığı dehşete düşürecektir. Kemalizm’in yerleştirilmesi için tüketilen yıllar ve boşaltılan hazineler de ayrıca içler acısıdır.” [56] Diyebilmiştir.
Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı Dinci yazar Mehmed Göktaş
Şeriatçı Mehmet Göktaş, 09 Temmuz 2020 tarihli Doğru Haber Gazetesinde yayınlanan yazısında ise özetle;
“…Sayın Cumhurbaşkanı (Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ı kastettiği anlaşılmaktadır), biz Kemalizm’i hiç sevmedik ve sevmeyeceğiz. Ve bu bizim en bariz vasfımız, alâmeti farikamız!
Unutmayınız, bu millet sizi bir takım ekonomik sıkıntılarla birlikte asıl Kemalist baskıdan bunaldığı için iktidara getirmiştir. Yavaş bir şekilde seyretse de başörtüsü gibi bir takım yasakların kaldırılması, imam-hatiplerin yolunun açılması, Kemalist tapınmanın sembol uygulamalarından andımızın kaldırılması da insanımız elbette takdirle karşılamıştır.
Minnacık yavruların pırıl pırıl kalplerine ve beyinlerine bir asırdır bir put dayatılmaktadır. Söyleyin, bundan daha büyük bir cinayet olabilir mi?
Sayın Cumhurbaşkanı, Kemalim devlet tarafından dayatıldığı için yine devlet tarafından kaldırılacaktır. Dayatılırken insanlarımızın ödediği korkunç bedeller bir de kaldırılması esnasında ödetilmelidir. Günümüzün dünyası için bir yüz karası olan Resmi İdeoloji (Kastedilen; Cumhuriyet Rejimi, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devleti) dayatmasına son vermek en büyük bir erdemdir.” [57] Demiştir.
Biz varsak, siz de varsınız. Biz yoksak siz de yoksunuz
AK Partisinin Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen Bursa’nın 17 ilçe belediye başkan adayının tanıtım toplantısına katılan Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Bursa’dan cemaate seslenerek (27 Ocak 2014);
“… Bu ülkede yaşayan insanlar pek çok hayri hizmetlerin içerisinde bulunabilir ve biz de onlara destek oluruz. Ama Türkiye’de bir cemaat yok. Onlarca cemaat var. Onlar; ‘11 yıldan beri büyük bir huzur içindeyiz. Çok güzel çalışıyoruz. Hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmuyoruz. Kursumuz, evimiz, lojmanımız basılacak endişesi içinde değiliz. Geçmişte böyleydi, siz geldiniz her şey serbest oldu.’ diyorlar.
Cemaatlerin eskiden irtica yuvası olduğunu söylerlerdi. Bu hükümet varsa, o cemaat de, o cemaatlerde var olacaktır. Bu hükümet olmazsa, o cemaat de bütün cemaatler de yok olacaktır. Her şeyin garantisi biziz. O cemaatler beni çok iyi bilir. Ben onları çok iyi biliyorum. Bursa’dan bu cümleme dikkat etsinler, Biz varsak, siz de varsınız. Biz yoksak siz de yoksunuz. Cemaatler güzel insanlardır. Hiçbirisiyle bir sıkıntımız yok.
AKP hükümeti gitmesi halinde tekrar ayrımcılıklar tekrar baskı ve zulümler olacaktır. AK Parti Hükümeti gitmesi halinde ekonomi çökecektir.” [58] Demiştir.
90 yıllık Cumhuriyet rejimi enkaz mı?
Alaşehir’deki Sheraton Otel’de 26 Şubat 2016 günü yapılan Ensar Gönüllüleri buluşmasında AKP’li Cumhurbaşkanı Sn. Tayyip Erdoğan’ın eşi Sn. Emine Erdoğan;
“… Artık yeni bir kavşaktayız. Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık. Fakat enkazın altından büyük meseleler çıktı. Nitekim bugün bu sorunlarla yüzleşiyoruz. ” [59] Diyen ve daha sonra Cumhuriyeti hedef almadığını iddia ederek; ‘60 darbesi, 80 darbesi Türkiye tarihinin enkazlarıdır’ demek istediğini, enkaz açıklamasının çarpıtıldığını ifade etmiştir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan
Okumuş cahil
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı’nın 21 Mart 2016 tarihinde katıldığı bir TV. Programında;
“… Ben daha çok cahil, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum. Onlar bu yanlışların hiçbirini yapmazlar. Türkiye’yi ateşe sürükleyen bu okumuş kesimidir. Okumuşlardan korkuyorum. Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. En tehlikeli tipler üniversite mezunudur.
Dünyanın gidişatını göremeyenler okumuşlardır. Erdoğan (Cumhurbaşkanı) giderse tam bir felaket olur. Okuma oranı arttıkça Türkiye’de olayları tahlil kabiliyeti azalıyor. ” [60] Demiştir. Bu kişi 29 Kasım 2016 tarihinde YÖK Denetleme Kurulu Üyeliğine atanmıştır.
Prof. Dr. Bülent Arı
Bir kereden bir şey olmaz
Eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun, 22 Mart 2016 günü Karaman’da Ensar Vakfı yurdunda erkek öğrencilere yurtta görevli bir öğretmen tarafından tecavüz edilmesi olayı ile ilgili olarak yaptığı açıklamada;
“… Buna (tecavüz olayı) bir kere rastlanmış olması, hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu (Ensar Vakfı) karalamak için bir gerekçe olamaz.” [61] Diyebilmiştir.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu
Küçüğün rızası ile yapılmış işler
Zamanın Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın ise Ensar Vakfındaki erkek çocuklara tecavüz olayı ile ilgili olarak 18 Kasım 2016 günü yaptığı açıklamada;
“… Ailelerin ve küçüğün de rızası ile yapılmış işler” [62] demiştir.
Eski Adalet Bakanı şimdi Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ
Laiklik yeni anayasada olmamalıdır. Dindar bir anayasa olmalıdır
TBMM Başkanı İsmail Kahraman, İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nin 25 Nisan 2016’da İstanbul’da “Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa” başlıklı Yeni Türkiye Konferanslarının 6.sının yapıldığı İstanbul Üniversitesi Rektörlük binası salonunda yaptığı konuşmada özetle;
“… Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır. Yeni ve dindar bir anayasa olmalıdır.” [63] Demiştir.
“…Laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve İnkılaplarına bağlı kalacağıma, anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim…” diyen Türkiye Büyük Millet Meclisi Meclis Başkanı İsmail Kahraman, bu yeminini unutmuş olmalı.
Eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Anayasa da laiklik olmamalı’ diyen TBMM Başkanı İsmail Kahraman’a Meclisin 26 Nisan 2016 günkü grup toplantısında;
“… CHP parlamentoda olduğu sürece başkanlık sistemi Türkiye’ye asla gelemez. Emin olun bunlar laikliğin ne olduğunu da bilmiyor. Laiklik bütün inançların güvencesidir. Laiklik eşitliğin de güvencesidir. Laiklik insan olmaktır. Laiklik toplumsal barışımızın en temel güvencesidir. Ortadoğu’da kan gövdeyi götürüyor. Hâlâ mı ders almadın sen? Anayasa’nın ilk 4 maddesi değiştirilemez. Bu ülkenin dili Türkçe, Milli marşı İstiklal Marşı’dır. Bayrağı ay yıldızlı al bayrak, başkenti Ankara… Ne sıkıntınız var? Meclis Başkanı (İsmail Kahraman) ya bu devlete, cumhuriyete, laik devlete inan ya da o koltuğu terk et…” [64] Demiştir
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu
Namaz kılmayan hayvandır
TRT’de 12 Haziran 2016 günü akşamı yayınlanan “Ramazan Sevinci” programında konuşan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Aşkar;
“… Ben düz söyleyeyim, ayette de bunu söylüyor, ağır gelmesin, yani namazı hayvanlar kılmaz, namaz kılmayan hayvandır…” [65] Demiştir.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal’ın da Mustafa Aşkar’ın bu söylemi ile ilgili olarak;
“…Fakültemiz öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Aşkar, talihsiz bir açıklama yaparak, ilahiyatçı akademisyenler bir yana, sağduyu sahibi hiçbir Müslümanın kabul etmeyeceği bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmayı Fakülte Dekanı olarak başta şahsım ve diğer öğretim üyelerimizin asla tasvip etmediğini belirtmek isterim. ” Şeklinde yazılı açıklamada bulunmuştur.
Diyanet’ten bu konuda yapılan açıklamada ise;
“…Bu açıklama kabul edilemez. Kur’an-ı Kerim ayetlerinden ve konuya ilişkin diğer metinlerden böyle bir çıkarımda bulunmak İslam’ın hikmet dili ve rahmet mesajıyla bağdaşmaz.” Denilmiştir.
Yeni anayasada Atatürk olmayacak
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Başdanışmanı Mehmet Uçum, Aralık (2016) ayında TBMM’ne gelmesi planlanan yeni anayasada Mustafa Kemal Atatürk’ün sadece ‘kurucu’ sıfatı ile yer alacağını belirterek, Atatürk ideolojisine atıfta bulunan maddelerin çıkaracağını, Anayasa modelinin Güney Afrika ve İzlanda modellerinden ilham alınarak hazırlanacağını söylemiştir. (15 Haziran 2016) [66]
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, başdanışman Mehmet Uçum ‘un bu sözlerine karşılık olarak;
“… Anayasa’dan Atatürk’ü kazımak istiyorlar. Bugün Suriye, Libya, Irak, Mısır gibi değilsek bunu Atatürk’e borçluyuz. Bunlar Suudi Arabistan’ı örnek alıyor. Arabistan bir aile tarafından yönetiliyor, bunlar da Türkiye’yi saraydan yönetmek istiyor.” [67] Şeklinde açıklamada bulunmuştur.
Türban polis teşkilatında artık serbest
İçişleri Bakanlığı, polisin kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirdi ve kadın polise de başörtüsü (türban) serbestisi getirdi. Resmi Gazete ’de yayınlanan değişiklikle başörtüsü (türban) “Üniforma renginde desensiz giysi” olarak tarif edildi. 2013’te memurların kılık kıyafet yönetmeliği değişmiş ve kamu personeline başörtüsü serbestisi (türban) getirilmişti. Ancak, polis, asker, hâkim ve savcılar kapsam dışı bırakılmıştı. Yeni düzenlemeye göre; resmi kıyafetli ve üniformalı kadın polisler, “Şapka, kep veya örgü bere altında, yüzünü kapatmayacak şekilde başlarına, üniforma renginde desensiz giysi” takabilecek.
16 Ağustos 2016’da yapılan ve Milli Savunma Bakanlığı’nın kılık ve kıyafet yönetmeliğini değiştiren düzenlemeyle de kadınların alın, çene ve yüzleri açık olmak şartıyla başörtüsü (türban) şekilde orduevlerine girmeleri serbest bırakılmıştı.[68]
İstanbul’da Taksim meydanında ilk başörtülü ( türbanlı) Emniyet Müdürlüğü Dış İlişkiler Şube Müdürü Gonca Lüleci (solda), 30 Ağustos 2016 zafer bayramının 94 yıl dönemi töreninde. Ayrıca Ankara’daki törenler sırasında Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı’nda görevli sivil polislerinden birisinin de (sağda) başörtüsü taktığı görüldü.
Orduya da türban girdi
Milli Savunma Bakanlığınca yapılan düzenlemeyle, Genelkurmay karargâhı, kuvvet komutanlıkları ve bağlı birliklerde görev yapan subay ve astsubayların başörtüsünü takabilmeleri kabul edilmiştir. (12 Kasım 2016) [69]
Türk Silahlı Kuvvetleri’nden görevli kadın subay ve astsubaylar istedikleri takdirde başörtüsü takabileceklerdir. Düzenlemenin sadece muvazzaf personeli kapsamadığı, isteyen askeri öğrencilerinin de başörtüsü takabileceği belirtilmiştir.
Düzenlemeyle Türk Silahlı Kuvvetleri Kıyafet Yönetmeliği’nin “Genel Hükümleri” bölümüne eklenen maddede;
“Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri mensubu bayan subaylar, sözleşmeli subaylar, astsubaylar ve askeri öğrenciler ile bunların adayları ve kursiyerleri, resmi üniformalarıyla birlikte şapka, bere veya kep altına başlarına taktıkları üniforma renginden istihkak olarak verilen desensiz giysileri yüzlerini kapatmayacak şekilde takabileceklerdir.” İfadesinin yer almış ve resmi gazetede yayınlamak suretiyle yürürlüğe girmiştir.
Kara Harp Okulu’nun ilk türbanlı öğrencisi
Ayrıca; Ordu evleri, Askeri Gazinolar ve Sosyal Tesisler Yönetmeliğinde değişikliğe gidilerek yönetmelikte yer alan;
“sakallı, cüppeli, sarıklı, takkeli, türbanlı gibi çağdaş olmayan kıyafetlerle gelenler, günlük sakal tıraşı olmamış ütüsüz ve kirli elbiselerle gelenler, yabancı uyruklu kişiler ordu evine giremezler.” ibaresi 17 Mayıs 2012’de Milli Savunma Bakanlığınca kaldırılmıştır. [70]
200 yılın hesabını soracağız
AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk, muhalefetin “Başkanlık Tasarısı” için “Rejim değişikliği” şeklinde eleştirilerine karşı, Diriliş Postası Gazetesine 13 Ocak 2017 tarihinde yaptığı açıklamada;
“… 200 yılın hesabını soracağız.” [71] Demekle Cumhuriyet rejimini kastetmekte olduğu anlaşılmaktadır. Milletvekili olması Cumhuriyet rejimi sayesinde olan Metin Külünk, Cumhuriyet rejiminin hesabını değil kendisi, soracak olan daha anasından doğmamıştır.
AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk
Metin Külünk, 5 Mart 2014 tarihinde, Habertürk’te Balçiçek İlter’in programına katılmış ve 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olayı ile ilgili olarak özetle;
“… 17 Aralık darbe girişimiyle ortaya saçılan dinleme kayıtlarıyla ilgili, bakın burada ıskaladığımız bir şey var. Allah insana günah işleme özgürlüğü vermiştir. Hz. Peygamber günahların açan değil örtücü olan rahmet geleneğin mimarıdır. 17 Aralık felsefi boyutu konuşulmadı. 17 Aralık’ta insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildi. Günahları ortaya saçarak Allah’ın hududuna müdahale ediliyor.” [72] Diyen kişidir.
100 seneden fazla süren prangadan bu millet kurtulacak
AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun, başkanlık sisteminin önünü açan anayasa değişikliği oylamasının ardından bir TV. (Periskop) programında 23 Ocak 2017 günü canlı yayında yaptığı konuşmada;
“… Bu anayasa referandumu sonucunda, milletimiz ithal anayasalardan, ayağına vurulan prangalardan istiklâlini, istikbalini ve istikrarını vuran zincirlerden kurtulmuş olacaktır. 100 yıldan fazladır bu topraklarda vurulan prangalardan. Rabbil Âlemin bizi nasiplendirdi.” [73] Demiştir.
AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu
Camiler genelev ve ahır olarak kullanıldı
20 Şubat 2018 tarihinde konuk olduğu bir televizyon programında; Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Abdullah Akın yaptığı konuşmada;
“12 Haziran 1924’te camiler kapatılıyor, düşünebiliyor musunuz? Camiler satılıyor. Çok özür diliyorum, Çanakkale ve Bursa’da genelev ve ahır olarak kullanılan camiler var.” Demiştir. [74]
Yrd. Doç. Dr. Abdullah Akın
Türkiye’de din adamlarının çoğu Türklük düşmanı
Yunanistan’da din adamlarının çoğu Yunan milliyetçisi, Rusya’da din adamlarının çoğu Rus milliyetçisi, Ermenistan’da din adamlarının çoğu Ermeni milliyetçisi. Türkiye’deki din adamlarının çoğu Türklük düşmanı. İşte Türk Milletinin önemli sorunu budur. İlber ORTAYLI [75]
Yargı çürüdü
Ankara Cumhuriyet savcısı Bülent Yücetürk, CHP’den milletvekili aday adayı olmak için mesleğinden istifa etmiş ve istifa kararı ile ilgili olarak yaptığı açıklamada ise (7 Mayıs 2018);
“…Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar bir hukuk krizine girmiştir. Mahkeme kararlarının bizzat mahkemeler tarafından uygulanmadığı bir süreci yaşamaktayız. Yargı ise vicdanını kaybetmiş tüm iradesini bir güce (anlaşılan AKP Genel Başkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan kast edilmektedir) teslim etmiş durumdadır.
Türkiye’de yeniden hukuk devletini kurmak, yargı bağımsızlığını tesis ederek yeni bir hukuk sistemini inşa etmek için siyasete girmeye karar verdim. Çürümüş bu yargı sisteminin bir parçası olarak kalmak, bozulan yargı sistemini düzeltmek artık imkânsız hale gelmiştir.” [76] Demiştir. Savcı Bülent Yücetürk’ün bu açıklaması ile yargı ve adalet sistemimizin ne duruma geldiğini açıkça gözler önüne sermektedir.
Cumhuriyet savcısı Bülent Yücetürk
Dinin siyasete, ticarete, eğitim ve öğretime alet etmenin görüntüleri Camilerde iftar partileri
Konya AKP Ilgın gençlik kolları ile kadın kolları başkanlığınca düzenlenen Konya Ilgın Kurşunlu Camiinin bir iftar yemeği [77] (21 Mayıs 2018) nedeniyle lokantaya çevrilmesi, dinin siyasete ve menfaatlere alet edilmesinin son görüntüleri.
Konya Ilgın Kurşunlu Camiinin içi
Dini siyasete alet etmekten çekinmeyen AKP Gençlik Kolları ve İl Başkanlığı tarafından Konya Akşehir’deki İplikçi Camiinde parti adına iftar daveti düzenlenmiştir. (31 Mayıs 2018) Allah’ın evini siyasi propaganda için kullanmışlardır. AKP Konya Milletvekili adayı Orhan Erdem’de bu iftar programına katılmıştır. Bölgedeki bazı AKP Milletvekili adaylarının da bu camilerde isimleri açıklanmakta ve siyaset yapılmaktadır.
Konya Ulu Camide düzenlenen iftarda ise, AKP Konya Milletvekili adayı Selman Özboyacı, bu etkinliği “…Camiler sadece bir ibadet mekânı değildir.” [78] Diyebilmiştir.
Konya Akşehir İplikçi Camii İftar partisi
Cami ve türbelere asılan siyasi afişler
Okul ve camilerden sonra İstanbul’da Eminönü’ndeki Yeni Cami Külliyesinin bir parçası olan ve içinde 5 Osmanlı sultanının mezarının bulunduğu Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi’ne AKP seçim afişi asıldı. (7 Haziran 2018) Türbeye asılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafının yer aldığı “Darbelere direnmek cesaret ister.” İbaresi de yer aldı. Aşağıdaki fotoğraflar, dinin siyasete alet etmenin birer göstergesidir. [79]
Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi. İstanbul/Eminönü
Diyanet işleri Başkanı’nın, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı fesli kadir Mısıroğlu’nu ziyareti
10 Kasım 2018 günü Atatürk’ü hutbelerden çıkaran, son olarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramından söz etmeyen, 80 milyon insanımızı din adına temsil ettiğini sanan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş… Cübbesi ve başlığı ile resmi kıyafeti ve makam aracıyla Türk, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı, “Kurtuluş Savaşında keşke Yunan galip gelseydi” diyen meczup fesli lakabıyla Kadir Mısıroğlu’nu 9 Kasım 2018 günü evinde geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuştur. [80]
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, Kadir Mısırlıoğlu’nu ziyaret etmesi
Fesli Mısıroğlu, 13 Kasım 2018 günü yayınlanan videosunda ise;
“… Şeyhülislam (Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş) geliyor ziyaretime. Şu Şeyhülislamın beni ziyarete gelmesi var ya tarihi bir hadisedir… Mustafa Kemal devlet kurmuş değildir. Devlet kurucu lafı yalan. Rejim değiştirmiştir. Devletimiz vardı, devletin rejimini değiştirdi. Rejim şeriattı, gâvurluk yaptı.” [81] Diyebilmiştir.
Seçimlerde kadınlara oy vermeyeceğim
Konya’da, Necmettin Erbakan Üniversitesi Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Karalı, Twitter’dan yaptığı açıklamada (16 Kasım 2018);
“… İyi bir çocuk yetiştirmek, iyi bir ev hanımı olmak, bakan ya da başkan olmaktan veya başarılı bir iş kadını olmaktan çok elzemdir. Yerel seçimde hiç bir kadın belediye başkan adayına kadınlara oy vermeyeceğim.” [82] Şeklinde açıklamada bulunmuştur.
Prof. Dr. Mehmet Karalı
Kıyamet gününde kurtuluş belgeniz olacak
TBMM eski Başkanı, Milli Savunma ve Milli Eğitim eski Bakanı halen AKP Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, AKP Sivas İl Gençlik Kolları Başkanlığınca düzenlenen toplantıda, partisinin Sivas Belediye Başkan Adayı Hilmi Bilgi için oy isterken yaptığı açıklamada (26 Ocak 2019);
“…Abileri bir kardeşleri var. Hilmi Bilgin. Hilmi Bilgin’e desteğinizi bekliyorum, İnanıyorum ki Hilmi Bey’e vereceğiniz destek, yarın ruz-i mahşerde (kıyamet günü) beraat (kurtuluş) belgelerinizden biri olacak diye düşünüyorum.” [83] Demiştir.
AKP Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz
O hizaya gelmeyen apoletli generaller
AKP Hükümetine yakın Akit TV’de, 1 Haziran 2019 günü canlı yayında Akit Gazetesi Haber Müdürü Murat Alan, TSK’de görev yapan generaller için;
“…O hizaya gelmeyen omuzu çatal bıçak seti apoletli generalleriniz var ya hepsi Erdoğan’ın (AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan) arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşek gibi saf tutacaklar. Bu ülkede demokrasi varsa bunu AK Parti iktidara oturttu. Askeri Savunma Bakanı’nın arkasına koyuyorsa, sivillerin arkasında saf tutturuyorsa bunu AK Parti iktidarı oturttu.” [84] Demiştir
Akit TV. Haber Müdürü Murat Alan
30 Ağustos, halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir
Bursa’nın AKP’li Belediye Başkanı Alinur Aktaş,
. 19 Temmuz 2019 günü Bursa Büyükşehir Belediye’sinin meclis oturumunda konuşan Aktaş, 11-14 Ağustos tarihlerinde kutlanacak olan Kurban Bayramı süresince ulaşımın ücretsiz olmasını önerdi. CHP grubu ise, önerinin içine 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın da dâhil edilmesini istedi. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş da, bu öneriye karşılık;
“O zaman Ormancılık Gününde de tatil yapalım. 30 Ağustos, halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir. 30 Ağustos kutlamalarına biz protokol üyelerinden başkası katılmaz.” [85] Demiştir.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş
Hz. Süleyman’ın kızıyım
Eskişehir’de çiftlik evinde kurduğu dergâhta kendini Hz. Süleyman’ın kızı olduğunu ileri sürüp psikolojik rahatsızlığı bulunanlara kendi kanını içirerek 13 milyon TL’lik dolandırıcılık yaptığı iddia edilen 49 yaşındaki S.G. Sakarya’da jandarma ekiplerince düzenlenen operasyonda yakalanarak Jandarma Komutanlığındaki işlemleri sonucu sevk edilen adli mercilerce tutuklanarak Ferizli L Tipi Cezaevine gönderildi. [86]
49 yaşındaki S.G.
Mağdurlardan G.G. “S.G. insanları etkisi altına alıp, iflasa sürüklüyordu.” Dedi. C.G. ise “Bana ‘Yahudilerin aradığı şifreli kan damarlarımda’ demişti. Hz. Süleyman’ın kızı olduğunu söylüyordu. Tedavi ücreti 4-5 bin liraydı. Kanını bize içirirdi. Kanım şifalı diyordu.” [87] Dedi.
Yatılı Kuran kursunda cinsel istismar
İstanbul Ümraniye’de Fıkıh-Der isimli ruhsatsız bir derneğe ait yatılı Kuran kursunda, kurs sorumlusu Ömer I. ve eğitmenler Hacı Serkan B. ile Tarık B’nin kursta yatılı olarak kalan çok sayıda öğrenciye cinsel istismarda bulundukları ortaya çıktı. Mağdur 6 çocuğun, polise giderek şikâyette bulunmasının ardından Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldı. 3 sanık tutuklandı. Kuran kursunda yaşanan skandal, kurstan ayrılan 17 yaşındaki H.R.Ö. isimli çocuğun Ocak 2019 ayında yaşadıklarını polise giderek anlatmasıyla ortaya çıktı. H.R.Ö. isimli çocuğun savcılık ifadesinde (1 Eylül 2019);
“… 2014 ve 2016 yılında kursta (kuran) yatılı olarak kalmaktaydım. Ömer I. cinsel bölgesine yakın alanlara bana masaj yaptırdı. Cinsel organını tutturdu. Sonra bana cinsel ilişki teklifinde bulundu. Teklifi kabul etmedim. Ancak bana ödev verdi. Mescit kapısını kilitleyip beni aç bıraktı. Bu nedenle teklifi kabul ettim. Defalarca kez bana tecavüz etti. Diğer hocalarla da cinsel ilişkiye zorladı.” [88] Demiştir.
“Çocuğun cinsel istismarı” ve “eziyet” suçlarından dava açılan, Ö.I, eğitmenler Hacı Serkan B. ile Tarık B. tutuklanmışlardır. Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti, Sanık Ömer Işıktekin’in beş çocuğa yönelik ‘çocuğun zincirleme cinsel istismarı’, üç çocuğa yönelik ise “eziyet” suçlarından toplamda 76 yıl 11 ay 22 gün hapis cezasına çarptırdı. Sanık Hacı Serkan Bektaş’ın ise iki çocuğa yönelik ‘çocuğun zincirleme cinsel istismarı’ suçundan toplamda 37 yıl 6 ay hapis cezasına çarptıran heyet, diğer sanık Tarık Bektaş’a ise bir çocuğa yönelik ‘çocuğun zincirleme cinsel istismarı’ suçundan 25 yıl hapis cezası vermiştir. Mahkeme sanıkların tutukluluk halinin devamına hükmetmiştir.[89]
Hacı Serkan B. Tarık B. Ömer I, cinsel istismardan cezalandırıldılar
Mehdi gelecek, ortamı buna göre hazırlamalıyız. Eyalet sistemi oluşturulmalıdır. Anayasadan laiklik ilkesi çıkarılmalıdır
Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurul Üyesi Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, 19–20 Aralık (2019) tarihleri arasında İstanbul’da düzenlediği İslam Birliği kongresinde yaptığı konuşmada özetle;
“…Biz o zaman, Harp Okulları, Askeri Okulların tamamını Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı dedik, bağlandı. Jandarma Genel Komutanlığının Genelkurmayla İçişleri Bakanlığı’na bağlansın dedik, bağlandı. Yüksek Askeri Şura’nın yapısı değişsin dedik, Askeri Yüksek Yargı kalksın dedik, o da gerçekleşti. Başkanlık sistemi gelsin dedik, o da geldi. Bu önerilerimizin tamamına yakını 15 Temmuz’dan (2016) sonraki yeniden yapılanmada gerçekleşti…
İslam Birliği olacak mı olacak. Nasıl olacak Mehdi geldiği zaman. Peki, Mehdi ne zaman gelecek? Allah bilir. Peki, bizim bir işimiz yok mu, ortamı hazırlamamız gerekmez mi? İşte ASSAM bunu yapıyor…
Devletin kurumlarında ve uluslararası ilişkilerde resmi dil Türkçe olmalıdır ancak, Kürtlerin ve diğer etnik grupların kendi dillerini konuşma, geliştirme ve kendi dillerinde eğitim yapma özgürlüğü ve imkânı Anayasa ile koruma altına alınmalıdır. Kürtçe dilinin geliştirilmesi devletin kültür programlarında yer almalıdır. Devletin resmi okullarında isteyen Kürt vatandaşlarımıza kendi dilinde eğitim hakkı sağlanmalı, ikinci dil olarak da Türkçe öğretilmelidir. Türkçe eğitim yapan devlet okullarında da ikinci dil olarak Kürtçe dili tedrisata dâhil edilmelidir…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türklerden sonraki en büyük ve asli etnik gurubu Kürtlerdir. Cumhurbaşkanlığı forsunda tarihte kurulmuş 16 Türk Devleti’nin simgesi bulunmaktadır. Eyyubi Hanedanlığı Devleti Kürtler kadar, Sünni Müslümanların da iftiharla ve hayırla yâd ettikleri bir devlettir…
Türkiye Cumhuriyeti’nin taşra teşkilatı ve devletin yönetim şekli yeniden düzenlenmelidir. Bu sistem hem Kürtlerin ve diğer etnik grupların özerlik isteklerini kapsayacak hem de devlete bağlılık ve aidiyet duygusunu artıracak şekilde oluşturulmalıdır. Her bakanlık kendilerine bağlı en az 6 ila en fazla 10 birimi layıkıyla sevk ve idare edebilir. 81 vilayet merkezden dirayetle yönetilemez… Coğrafi, ekonomik, sosyal ve etnik şartlar göz önünde bulundurularak Eyalet sistemi oluşturulmalıdır. Eyalet valileri seçimle işbaşına gelmeli. Adalet, iç güvenlik savunma ve dışişleri merkezden, devletimiz diğer faaliyet alanları eyaletler tarafından mahallinden yönetilmelidir. ” [90] Diyebilmiştir.
Adnan Tanrıverdi’nin resmi danışmanlığından çok önce 30 Aralık 2011’de hazırladığı yeni Anaya teklifinde, Atatürkçülük ve Kemalizm’i kast ederek;
“…Anayasa’da resmi ideolojiye yer verilmemesini, laiklik ilkesinin çıkarılmasını, Anayasa’nın hiçbir maddesinin Kur’an-ı Kerim’in hiçbir ayetine ters olmamasını, ana dilde eğitim yapılmasını, Türk Milleti yerine ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı’ denmesini, idari özerkliğine geçilmesini, Anayasa’da değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddeler bulunmamasını.” [91] İstediği bilinmektedir.
Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi
Kendini teşhir edeceksin sonra da Tokyo’ya gidiyoruz diye sevineceksin
Düzce’nin MHP’li Kaynaşlı Belediye Başkanı Birol Şahin, Almanya’yı 3-0 yenen ve Tokyo 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları’na katılma hakkı kazanan Filenin Sultanları için Twitter hesabından yaptığı paylaşımda özetle (12 Ocak 2020);
“… Allahu Teâlâ’nın örtünün vücut hatlarınız belli olmasın emrine karşı çıkarak, açılıp saçılacaksın, kendini teşhir edeceksin sonra da Tokyo’ya gidiyoruz diye sevineceksin. Dünya şampiyonu olsan ne yazar. Müslüman kadın adap ve hayâ sahibidir. Yaptığı her işte Allah rızası gözetir. Dinimize göre kadınlar kendi aralarında spor yapabilirler. Erkekler huzurunda açık saçık olarak değil… Müslüman olanın uyması gereken kurallar var. Müslüman kişi öyle bir kıyafet giyip, erkek huzuruna çıkamaz.” [92] Diyebilmiştir.
Kaynaşlı Belediye Başkanı Birol Şahin Türkiye A Milli Bayan Voleybol Takımı
Deprem, çocuk yaştaki evliliklerinin yasaklanmasından kaynaklanmaktadır
Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümünde görevli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bedri Gencer, Elazığ depreminin ardından depremi, çocuk evliliklerinin yasaklanmasına bağlayan Gencer, kişisel Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada (29 Ocak 2020);
“…Gayretullaha dokunmak edebiyat değildir. AIDS, ebola virüsü… Avustralya, Çin Gayretullaha dokundu. Azap geldi. Maazallah, biz de zinayı, livatayı yasallaştırarak, Allah’ın helal kıldığı yaşta evliliği tecavüz sayarak, mutlu yuvaları bozarak Gayretullaha dokunmayalım. Az kaldı.” [93] İfadelerini kullanmıştır.
Prof. Dr. Bedri Gencer
Konuşsana mevta, bitti mi pilin?
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Burhan İşleyen, Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın vefatından bir gün sonra, sosyal medya hesabından Cengiz Numanoğlu’na ait olan, ‘Ey Mevta’ şiiri ile yaptığı paylaşımda; (27 Mayıs 2020)
“… Ne kadar büyüktü dindarlara kinin. Hacıya, hocaya uzardı dilin. Konuşsana mevta, bitti mi pilin? Oksijen tüpleri yok tabutların, söyle de bir nefes versin putların” [94] Demiş ve korkuya kapılarak anında silmiştir.
Solda Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, sağda ise Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Burhan İşleyen
Mustafa Necati Kültür Evi’ne, Cumhuriyet düşmanı ve “yaşasın şeriat” sloganı atan ve Atatürk’e “Firavun” diyen Nuri Pakdil’in adı verilmiştir
Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşı, Kuvayı Milliye Komutanı ve Cumhuriyet Tarihinin ilk Milli Eğitim Bakanı olan Mustafa Necati’nin, Milli Eğitim Bakanlığına bağışladığı ve sonradan Kültür ve Turizm Bakanlığına geçen “Mustafa Necati Kültür Evi” nin ismi, “yaşasın şeriat” sloganı atan Cumhuriyet düşmanı İslamcı yazar “Nuri Pakdil Edebiyat Müzesi ” olarak değiştirilmiştir. [95] (13 Haziran 2020)
CHP’li Muharrem İnce, Mustafa Necati Kültür Evi’nin isminin Nuri Pakdil olarak değiştirilmesi ile ilgili olarak Twitter’dan yaptığı açıklamada (17 Haziran 2020);
“… Mustafa Necati’nin [96] devlete bağışladığı evini çalarak adını değiştirecek kadar utanmazsınız. Nuri Pakdil’in [97] adını Sarayınızda yaptırdığınız kütüphaneye, Fesli Kadir Mısırlıoğlu’nun adını Sarayınıza verin, Kuvayi Milliyeci Mustafa Necati’nin mütevazı evine dokunmayın.” Demiştir…
Cumhuriyet düşmanı Nuri Pakdil’in ismi verilen Mustafa Necati Kültür Evi (Mithatpaşa Cad. / Ankara)
AKP’den önce ‘kadın’ kelimesinin adı yoktu Türkiye’de
AKP Milletvekili aynı zamanda AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin TBMM’de yaptığı konuşmada (25 Haziran 2020); Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kadınlar için büyük imkânlar yarattığını ifade ederek;
“… Bu ülkede AK Parti gelene kadar kadın kelimesinin adı yoktu Türkiye’de.” [98] Demiştir. Özlem Zengin, Atatürk devrimleri sayesinde avukat ve milletvekili olduğunu unutmuşa benziyor.
AKP Milletvekili aynı zamanda Grup Başkanvekili Özlem Zengin
İsim vermeden Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını lanetleyen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, 24 Temmuz 2020 günü Ayasofya’nın ibadete açılması nedeniyle minberde kılıçla yaptığı konuşmada;
“… Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı cami olması için vakfetti. Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar! Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar.” [99] Diyerek isim vermeden Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarını lanetlemiştir.
Prof. Dr. Ali Erbaş, Ayasofya camiin minberinde kılıçla yaptığı hutbe
Bize dayatılan Lozan kilidinin bir parçasını daha çöpe attık.
Dini, siyasi ve ayrıştırıcı içerikteki skandal açıklamalarıyla tanınan İzmir Bergama İlçe Milli Eğitim Müdürü Nuri Kiraz, 24 Temmuz 2020 günü Ayasofya’da kılınan Cuma namazı hakkında yazdığı mesajda, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu anlamına gelen olan Lozan Antlaşmasının yürürlükten kaldırılmasını isteyerek (27 Temmuz 2020);
“… Bize dayatılan Lozan kilidinin bir parçasını (Ayasofya’nın müzeden ibadete açılmasını kastettiği anlaşılmaktadır.) daha çöpe attık. Darısı diğer maddelerin.” [100] Diyebilmiştir.
İzmir Bergama İlçe Milli Eğitim Müdürü Nuri Kiraz,
Hilafet Çağrısı
İktidar yanlısı Yeni Şafak Gazetesi’nin de dâhil olduğu Albayrak Medya Grubu’nun (Mustafa Albayrak) Gerçek Hayat Dergisi, 27 Temmuz 2020 tarihli sayısında hilafet çağrısı yaptı. Derginin son sayısının kapağında; “Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim? “Hilafet için toparlanın” ifadeleri kullanıldı. Dergi Ayasofya konusuna da eğilerek kapakta “Artık Ayasofya ve Türkiye hür” diye yazdı...
27 Temmuz 2020 tarihli sayısının kapağında, “Hilafet için toparlanın” ifadesini taşıyan Gerçek Hayat adlı derginin Genel Yayın Yönetmeni Kemal Özer, tepkilere Twitter’dan verdiği yanıtta özetle;
“… Müslümanların birlikteliğini savunmak ne zamandan beri provokasyon (kışkırtma) sayılıyor? Dergimiz İslam ülkelerinin bir araya gelmelerini talep etmektedir. Bu da herkesin en temel hakkıdır. Çağrımızın her hangi bir ülke ile alakası yoktur. Unutulmamalıdır ki hilafet sadece bir makam değil İslam ümmetinin birliği, birlikteliği, dayanışması demektir.” [101] Demiştir.
Gerçek Hayat adlı derginin Genel Yayın Yönetmeni Kemal Özer,
Köyün imamı, çocuk istismarından tutuklandı
Sakarya’daki tarikat liderinin 12 yaşındaki küçük kızı istismar etme haberinin ardından Van’ın Gevaş İlçesinde Aladüz Köyü’nde altı yıldır imamlık yapan 36 yaşındaki T.B. kitap almak için camiye gelen 9 yaşındaki İ.B. adlı kız çocuğunu pantolonunu çıkararak elle taciz etmekle suçlandı. Evli ve 3 çocuk babası bir köy imamı çocuk istismarından dolayı cezaevine gönderildi.
Küçük çocuk İ.B. ifadesinde;
“… 3 arkadaşım ve kardeşim ile kitap almaya gittik. Hoca diğerlerini kovdu. Beni kolumdan tutup yukarıya çıkardı. Pantolonumu çıkarmamı istedi. Çıkartmak istemedim. Zorla çıkardı. Parmağıyla cinsel organıma dokundu. Kolunu ısırıp kafasına yumruk atarak kaçtım.” [102] Demiştir.
Huzur, yüce Nakşibendi yolunun üstatlarının elinden tutup azimle izlerinden yürümekle elde edilebilir
Önceden askeri doktorlar tarafından yönetilen, Türk Ordusunun seçkin bir hastanesi olan dünyanın en deneyimli, eski adıyla GATA (Gülhane Askeri Tıp Akademisi), yeni adıyla Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin başhekim yardımcılığı görevini yürüten Menzil tarikatı mensubu olduğu ileri sürülen Dr. Ali Edizer [103] sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlarda;
“Eşinizden boşanmak yerine ikinci eşi alın. Medeni kanunla zaten mücadele ediyoruz.”,
“Medeni kanunu getirdiler. Resmiyette tek eşlilik, uygulamada zina ve fuhuş serbestliği geldi. Batı ahlaksızlığı.”
“İmam Hatip Lisesi mezunu gassalimizin bir avuç dolusu pamukla Mesut Yılmaz’ı (eski Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı) köşede sabırla beklediğini de ilave edelim.”,
“Huzur, yüce Nakşibendi yolunun üstatlarının elinden tutup azimle izlerinden yürümekle elde edilebilir.”
“Yılmaz Özdil (Sözcü Gazetesi yazarı) gibi mütefekkir (düşünür) taklidi yapan bir gazzz-tecinin her yıl kitap adı altında laf salatasıyla silkip silkindirdiği bir zümreye fikri, şuuru, idraki, iz’anı, vatanı ve imanı anlatmak için çırpınmak beyhude bir gayret değil midir?” [104] Diyebilmiştir.
Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından Dr. Ali Edizer görevden alınmıştır.
'Başhekim Yardımcısı’ Edizer, Menzil cemaatine yakınlığını açıkça ortaya koyan paylaşım yapmaktan da çekinmemiştir. Edizer, Menzil Cemaatin 1993’de hayatını kaybeden lideri Muhammed Raşit Erol’un [105] fotoğraflarını paylaşarak;
"… Gerçek sevgiliye kavuşan, milyonların sevgilisi, dünya güzeli. Yok, böyle bir güzellik. Yok, böyle bir ayrılık acısı. 22.10.1993.” [106] ifadelerini kullanmıştır.
Dr. Ali Edizer
Muhammed Raşit Erol
İslam dini lüks ve israfa karşı çıkarken, “bir lokma bir hırka” felsefesini de Müslümanlara öğütlerken buna karşın Menzil Tarikatı şeyhinin torunları aşağıda olduğu gibi nişan ve düğünlerde son model araçlarla lüks yaşamlarına devam etmektedir.
Menzil Tarikatı şeyhinin torununun düğünündeki lüks araba. Menzil şeyhinin küçük torunu da lüks düğün aracının önünde fotoğraf çektirirken görünüyor. (2 Eylül 2017) [107]
Tarikata ait lokantalar, oteller ve petrol istasyonları, dinlenme tesisleri ile otobüs firmaları bulunmaktadır. (Sözcü Gazetesi; 7 Ekim 2020, s. 14, gazetenin yazarı Saygı Öztürk’ün, “Menzil her yerde” başlıklı köşe yazısı)
Bediüzzaman Said-i Nursi (Kürdi), Nurculuk ve Nur risaleleri
Fethullah Gülen’e kaynaklık eden Nurculukla ilgili olarak; 1988’de daha önce yakalanan bir grup Nurcu askerle ilgili mahkeme kararında belirtildiği gibi Nurculuk akımının yaratıcısı olan Said-i Nursi (Kürdi) [108] adlı şahsın yazdığı ve nurculuğun ilke ve prensiplerini açıkladığı, Nur risalelerinde;
“…Türk milliyetçili reddedilmekte, hatta zararlı ve tehlikeli olduğu, Türkiye’nin de dâhil olacağı tamamen şeriat hükümlerine ve İslami esaslara göre düzenlenmiş ve merkezi Mekke olmak üzere bir İslam devleti kurulması ve bu devlette Arapların hâkim bir unsur haline getirilmesi lüzumu önerilmekte,
Yine T.C.’nin tamamen şeriat esaslarına ve İslami siyasi prensiplere göre teşekkül etmesi gerektiği, hilafet ve saltanatın geri getirilmesi lazım geldiği, devrim kanunlarının geçici olduğu, Kur’an dışında bir Anayasa’ya ihtiyaç bulunmadığı, İslamlığın düsturlara uymayan devrimlerin meşru olmadığı belirtilmektedir.
Ayrıca Said-i Nursi, laik bir cumhuriyet rejimini kurduğu için Atatürk’e düşman kesilerek, onu Ebusüfyan ve Deccal’e benzetmiş, ona ‘Tek gözlü Deccal, ya iman et yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın’ diye ağır tecavüzlerde bulunmuştur.
Yine risalelerde, çok kadınla evlenmenin propagandası yapılmakta, boşanma ve miras meselelerinin tamamen şeriat hükümlerine tabi olması istenmekte, faizin yasak olduğu, bankaların kapatılmasının gerektiği belirtilmekte, bugünkü modern mahkemelerinin kaldırılarak yerlerine şer’i mahkemelerinin açılması teklif edilmekte, Parlamento üyeleri Kur’an hükümlerine göre hareket etmeye davet edilmektedir.” [109]
Bediüzzaman Said Nursi
Bediüzzaman Said Nursi’nin talebesi Mehmet Fırıncı’nın, cenaze töreninde AKP yetkilileri
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı ile Nur Vakfı Başkanı olan, Said Nursi’nin talebesi, Risale-i Nur’ların neşriyatında ve birçok dile çevrilmesinde önemli katkıları olan, Nurculuk tarikatının önde gelen isimleri arasında yer alan… Asıl adı Mehmet Nuri Güleç olan Mehmet Fırıncı’nın (92), [110] Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın İstanbul Eyüp Sultan Camiinde (AKP’li Cumhurbaşkanının tensipleriyle) kıldırdığı cenaze törenine… İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, AK Parti İstanbul Milletvekili Hasan Turan, AK Parti İstanbul İl Başkanı Bayram Şenocak ve İstanbul Valisi Ali Yerlikaya katıldı. Törenin ardından cenaze Eyüp Sultan Camisi haziresinde [111]toprağa verildi. [112] (4 Ekim 2020)
Said Nursi’nin talebesi Mehmet Fırıncı
Said Nursi’nin talebesi Mehmet Fırıncı’nın cenaze töreni. Namazı kıldıran Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sosyal medya hesabı üzerinden İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Başkanı Mehmet Fırıncı için taziye mesajı yayımladı.
Erdoğan'ın Twitter'dan yaptığı paylaşımda, şu ifadelere yer verildi:
"Ömrünü İslam'ı öğretmeye, anlatmaya ve ahlaklı nesiller yetiştirmeye vakfetmiş olan, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Başkanı Mehmet Fırıncı'ya Allah'tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet olsun." [113]
FETÖ’nün, Nurcularla ve Nurcuların’da AKP iktidarıyla olan ilişkileri
Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu’nun, gazetesinin 5 Ekim 2020 tarihli nüshasında, “Erdoğan’ın elini öptürmediği Nurcunun cenazesi” başlıklı köşe yazısında özetle;
“… Nursi’nin (Said) öğrencilerinin yaşadığı kırılmalardan sonra Nur Cemaati’ni yöneten ‘Üç Mehmetler’ arasında Mehmet Fırıncı da vardı. Bir sonraki bölünmede ise Fırıncı ekibi, Nesil Yayınları’nı kurdu. Nesilciler adını aldılar. Nesilciler FETÖ ile o kadar yakındı ki birçok projeyi ortaklaşa yürütüyor, krize girdikleri yerde FETÖ imdatlarına yetişiyordu.
Fethullah Gülen, yurt dışına çıkmadan önce Nesil Grubunu ve Mehmet Fırıncı’yı ziyaret etmiş ve helalliğini almıştı.
Nurculuk birleşik kaplar gibiydi. Birinde dolup taşan FETÖ’ye akıyordu. Mehmet Fırıncı’nın kabı da farklı olmadı. Onun yanında yetiştirdikleri Gülen’e boy verdi. Fırıncı’nın önderi olduğu İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın, AKP-FETÖ kavgasına kadar Gülen’e karşı bir tavrı yoktu. Düzenlediği etkinliklerde Gülen’in ABD’den gönderdiği mesajlar alkışlarla okunuyordu.
Bir dönem Fethullah Gülen’le iç içe olan, FETÖ ile aynı projeler içinde yer alan Mehmet Fırıncı (nurcu) ekibi, AKP-FETÖ ortaklığının bitişiyle tarafını iktidardan yana seçti. Mehmet Fırıncı, 2014 yılında Erdoğan’ın (Sn. Recep Tayyip Erdoğan 10 Ağustos 2014’ten itibaren Cumhurbaşkanı) elini öpmek için eğildiği sırada Erdoğan onu durdurmuştur.
Erdoğan, Yeni Asyacılar gibi istisnalar hariç, diğer Nurcu grupları Fethullah Gülen’e karşı yanına çekmişti. Nitekim Diyanet 2014 yılında Risale-i Nurları basmaya başlarken, ilk nüshasını Erdoğan’la birlikte Mehmet Fırıncı da imzalamıştı. Ayasofya cami olarak açılırken özel davetlilerin arasında o da (Mehmet Fırıncı) vardı.
İslami jargonla (tabirle) söylersek, “hiçbir ilmi eğitimi olmayan” Mehmet Fırıncı, Said Nursi’nin mirasını AKP iktidarı ile buluşturması sayesinde Eyüp Sultan Haziresi’ne adeta bir devlet töreniyle gömülmüştü.” Demiştir.
En çok kazanç getirenin din ticareti ve din sömürüsü olduğunu gördüm
Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan’ın, gazetesinin 6 Ekim 2020 tarihli nüshasında, “Türkiye Cumhuriyeti nereye?” başlıklı köşe yazısında, geçmişin ünlü siyasetçisi rahmetli Osman Bölükbaşı bana günün birinde şöyle demişti (özetle);
“… Bunları yaz… Siyaset hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim. En çok kazanç getirenin din ticareti ve din sömürüsü olduğunu gördüm.”
Din ticareti ve din sömürüsü halkı kandırmanın, halka şirin görünmenin en etkili ve kazançlı yoludur. Din iman sömürüsü yapan bazı liderlerle onların partilerinde görev kapmış çömezler bile bu iki kavramı yılın 365 günü kullanmaktan utanmazlar, sıkılmazlar.
Türkiye Cumhuriyeti cemaatler, tarikatlar, sahte şeyhler ve müritlerin işgali altındadır. Devlet her yönüyle onlara hizmet vermektedir.
Daha birkaç gün önce Nurcuların en önde gelenlerinden biri (Mehmet Fırıncı) vefat etti. Çarklar hemen dönmeye başladı. Merhumu Eyüp Sultan camisine gömdüler. Bu gibi ‘Torpilli’ gömmeler için Bakanlar Kurulu kararı gerekir. Şimdiki sistemde nasıl olduğunu bilemiyorum, ya da Cumhurbaşkanlığı kararı mı gerekir? Ve bu kararnameler gizlidir, Resmi Gazete’de yayınlanmaz.
Tören çok görkemli oldu. Namazı iktidarın ön kapısını temsil eden Diyanet’in başkanı (Prof. Dr. Ali Erbaş) kıldırdı. İçişleri Bakanı (Süleyman Soylu), İstanbul Valisi (Ali Yerlikaya), AKP’nin Genel Başkan Yardımcıları (Mahir Ünal), da vardı. Recep Bey (AKP’li Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan), sosyal medya hesabından, Said-i Nursi’nin bu ‘Talebesi’ için başsağlığı mesajı yayınladı.
Din bir kez daha siyasete alet edilmişti. Ve bu yapılanlar akıllara bir kez daha aynı soruyu getirdi: Türkiye Cumhuriyeti kimlerin elinde kaldı, nereye koşturuyor?”
Sonuç ve değerlendirme
Yukarıda belirtildiği gibi, dönemin Cumhurbaşkanları; Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer, Kenan Evren, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu… Genelkurmay Başkanları; Org. Hilmi Özkök, Org. Yaşar Büyükanıt’ın ve diğer Kamu Kurum ve Kuruluşların açıklamalarına, Anayasa Mahkemesi kararlarına ve Cumhuriyet yanlısı basın ve derneklerin yorumlarına rağmen son 15-20 sene içerisinde AKP iktidarı döneminde;
AKP Hükümeti’nin bazı üst düzey yetkilileri ile bir kısım AKP’li Milletvekillerinin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, bazı Prof. ünvanlı Akademisyenlerin;
İrtica ile Dinin siyasete, ticarete alet edilmesi, türbanın siyasi bir simge haline getirilmesi, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti rejimine, laikliğe, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı tavır almaları… Anayasa kararlarını dikkate almadıkları, toplumda faaliyetleri ile kötü izler bırakan bazı tarikat, cemaat, vakıf ve derneklerin şeyhleri ve hocaları ile bir araya geldikleri, Laik Cumhuriyeti dönüştürmek isteyen iktidarın, FETÖ’nün yaptıklarından yeterli ders almayıp tarikatlara, cemaatlere gizli açık destek verdiği anlaşılmaktadır.
Atatürk’ün;
“…Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz (1925), Türkiye Cumhuriyetinin karakteri laiktir, Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz, Türk Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Türkiye’de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilemez.
Dinden menfaat temin eden kimseler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele ettiğimiz bu kimselerdir.
Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkep bir kütleye medeni bir millet nazarıyla bakılabilir mi? (1927’de Nutuk’ta), Çünkü bunlar irtica kaynağı ve cehalet damgalarıdır. Türk Milleti böyle müesseselere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi.
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakla serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. Gericilere asla fırsat veremeyiz.”[114] Direktiflerine ve 1922’de saltanat’ın, 1924’de halifeliğin, kaldırılması, 1925’de de 677 sayılı kanunla tarikatlar, tekke, zaviyeler ve türbeler yasaklanmasına rağmen mevcut iktidarın, halen bunların peşinde oldukları,
Bu tarikat, cemaat, vakıf ve derneklerin, Cumhuriyeti yıkıp yerine “Ilımlı İslam Devleti” adına şeriata ve din devletine dönük tehlikeli faaliyetlerine, çocuk istismarlarına ve dinci örgütlerin silahlanmalarına karşı oy alma bahanesiyle yeterli önlem almadıkları… Bunları kendi haline bıraktıkları, Adli Makamların ise Türkiye’nin geleceği ile ilgili bu önemli konularda etkili olamadıkları değerlendirilmektedir.
Laiklik, toplumsal hayatın ve devletin işleyişinin değişmeyen din kurallarına göre değil, değişen hayat kanunlarına göre belirlenmesidir. Laik Cumhuriyet dine ve dindarlara değil, dini menfaat aracı haline getiren tekkelere, zaviyelere, tarikatlara, cemaatlere, şeyhlere, dervişlere karşıdır.
Kutsal dinimizi istismar eden, dini şahsi ve menfur emelleri için kullanan ve kullanılmasına göz yuman bu gibi kişilerin önüne geçilemediği takdirde, çocuklarımız ve gelecek kuşak tehlikede demektir.
Ayrıca;
Yukarıda ifade edilen konular dikkate alındığında; AKP Hükümeti’nin Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere bir kısım sorumlu makamlarının ve önemli personelinin, önceden ve daha sonra FETÖ, Said Nursi’nin kurucusu olan Nurculuk tarikatı ve Seyyid Raşit Erol’un kurucusu olduğu Menzil Tarikatları ile menfaat ilişkilerinin devam ettiği anlaşılmaktadır.
Menzil tarikatına mensup olduğu anlaşılan Cumhuriyet düşmanı ve medeni kanun karşıtı Dr. Ali Edizer’i, eski adıyla GATA gibi büyük ve modern hastaneye Başhekim Yardımcısı olarak kim ne maksatla atamıştır? Arkasında olan güçlerin niyet ve maksatları nedir? Mevcut Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile ondan evvel görev yapan Sağlık Bakanları’nın bu kişi ile ilgili bilgi ve belgelere sahip değil midir? Bile bile GATA Başhekim Yardımcılığına atandığı, Sağlık Bakanı Koca’nın da bu kişi ile ilgili olarak görevini yapmadığı anlaşılmaktadır.
GATA ve diğer hastane ve sağlık kuruluşlarına bunun gibi gerici, yobaz çağdışı kaç kişi daha görevlendirilmiştir? Bu gibi kişilerin söz ve davranışları, illa basına dolaysıyla kamuoyuna mı yansıması mı gerekiyor? Menzilcilerin bugünde bakanlıklarda güçlerini korudukları, siyasetçilerin Menzilciler dâhil bu tarikatlar ve cemaatlerden, tarikat ve cemaatlerin ise siyasetçilerle olan menfaat ilişkilerinin devam ettiği değerlendirilmektedir.
Atatürk ve silah arkadaşlarına; ”deccal (ahir zamanda gelip İslam’ı yıkmaya çalışacak dehşetli biri)… süfyan (münafık), firavun, dinsiz, zındık.” Diyen, Türkiye’nin bir İslâm Devleti olmadığını ifade eden, aynı zamanda FETÖ’nün kara kutusu olarak ifade edilen Said Nursi’nin, talebesi olan Mehmet Fırıncı’nın yukarıdaki cenaze törenine, AKP üst düzey yöneticilerinin ve mensuplarının katılmalarında ki niyet ve maksat’ın ne olduğu gelecek kuşaklarımızın bekası için tartışılmalıdır.
[1] www.cnnturk.com>Türkiye, www.cumhuriyet.com.tr>haber>tarikat-seyhi-12-yasindaki –cocuga-cinsel, Sözcü Gazetesi; 3 Eylül 2020, s. 11, Cumhuriyet Gazetesi; 4 Eylül 2020, s. 8,
[2] Fatih Nurullah (Uşşaki Şeyhi Eyyüp Fatih Şağban) ; Tapu kayıtlarına göre Şağban adına İstanbul Şişli’de altı bina / arsa, Avcılar’da dört bina / arsa, Kadıköy’de iki bina / arsa ve iki daire, Sakarya Akyazı’da üç bina / arsa ve beş daire, Yalova’da bir bina / arsa kayıtları görünüyor. Şağban, tarikat faaliyetlerinin çatısı olarak, Gülzari Mualla Kültür İlim ve Araştırma Vakfı’nı kullanıyor. Vakfın başkanlığını Şağban yürütüyor. 20’yi aşkın şehirde 60’ı aşkın dergâha kavuştu.
Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin holdinge, şeyhlerin CEO’ya, müritlerin müşteriye dönüştüğü anlaşılmaktadır. Karşımızda, iddia ettikleri gibi, Allah’a neşeyle bağlanmış, dünya malından yüz çevirip ahiret için tasarruf eden, bir lokma bir hurma yaşayan dervişanlar dünyası yoktur.
İşsizlik, yolsuzluk ve yoksunluğun pençesinde ah çeken insanlarımız; dünyada hakkı olup elde edemediğini, kerameti kendinden menkul şeyhlerin iki kaşının arasında arayan müritler ordusu, işte bu sömürü dergâhının müşterisidir. (Sözcü Gazetesi; 20 Eylül 2020, s. 4, gazetenin yazarı İsmail Saymaz’ın “İstismarcı emlak zenginiymiş” başlıklı köşe yazısı)
[3] 140journos.com>2-osmanlı-kuruluyor-tayyip-bey-birinci-padişahımız-ola, www.yenicaggazetesi.com.tr, Sözcü Gazetesi; 4 Eylül 2020, s. 11,
[4] www.haberturk.com>Gündem,
[5] Haberglobal.com.tr>Gündem, www.yenicaggazetesi.com.tr>ussaki-cemaati-seyhi-fatih-nurullah-12-yasin, Cumhuriyet Gazetesi; 3 Eylül 2020, gazetenin yazarı Barış Terkoğlu’nun, “’Kızınla sevişmedim, öptüm’ diyen utanmaz şeyh” başlıklı köşe yazısı. Sözcü Gazetesi; 6 Eylül 2020, s. 10. Sözcü Gazetesi; 12 Eylül 2020, s. 10, gazetenin yazarı İsmail Saymaz’ın, “50 milyon teklif ettiler” başlıklı köşe yazısı,
[6] www. Sözcü Gazetesi; 3 Eylül 2020, s. 11, Cumhuriyet Gazetesi; 3 Eylül 2020, gazetenin yazarı Barış Terkoğlu’nun, “’Kızınla sevişmedim, öptüm’ diyen utanmaz şeyh” başlıklı köşe yazısı. Sözcü Gazetesi; 6 Eylül 2020, s. 10. Sözcü Gazetesi; 12 Eylül 2020, s. 10, gazetenin yazarı İsmail Saymaz’ın, “50 milyon teklif ettiler” başlıklı köşe yazısı,
[7] Sözcü Gazetesi; 21 Eylül 2020, s.12, Gazetenin yazarı Saygı Öztürk’ün, “Savcı çağırsın, silahlanan dernekleri söyleyeceğim!” başlıklı köşe yazısı.
[8] Cumhuriyet Gazetesinin 7 Ekim 2006 Tarihli Nüshası
[9] https://www.hurriyet.com.tr>Dünya, https://www.istanbulgerceği.com>yazarlar>abdullah-gulun-23-yil-once-t, https://www.yenicaggazetesi.com.tr>,
[10] Hürriyet gazetesinin 9 Ocak 2003 tarihli nüshası.
[11] AKP’nin Kapatma Davası ile ilgili Anayasa Mahkemesinin 30 Temmuz 2008 tarihli gerekçeli kararı, s. 106, https://www.internethaber.com>abdullah-gulden-tuban-mesaji-1091209h, https://tr.wikisource.org>wiki>Adalet-ve-Kalkınma-Partisi’nin-Temelli-K,
[12] Hürriyet Gazetesinin 30 Nisan 2006 Tarihli Nüshası
[13] Rahmi Turan’ın; 2 Mayıs 2006 Tarihli Gözcü Gazetesindeki ‘Türban Gericiliktir’ başlıklı köşe yazısı
[14] Hürriyet Gazetesinin 11 Mayıs 2006 tarihli nüshası
[15] Danıştay’a yapılan saldırı; 17 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay’ın verdiği başörtüsü kararına bir tepki olarak, Avukat Alpaslan Aslan tarafından tekbir getirilerek, “Allah’ın askeriyiz, elçiyiz. Türban davası yüzünden cezalandırılacaksınız. Osmanlı’nın torunuyum.” diyerek Danıştay’a yapılan ve bir Danıştay üyenin öldürülmesi diğer dört üyesinin de yaralanması sonucunda meydan gelen silahlı bir saldırı olaydır.
[16] Hürriyet Gazetesinin 19 Mayıs 2006 Tarihli Nüshası
[17] Hürriyet Gazetesinin 20 Ağustos 2006 Tarihli Nüshası
[18] Hürriyet gazetesinin 26 EYLÜL 2006 tarihli nüshası.
[19] Hürriyet gazetesinin 2 EKİM 2006 tarihli nüshası.
[20] Gözcü gazetesinin 2 EKİM 2006 tarihli nüshası.
[21] Hürriyet gazetesinin 3 EKİM 2006 tarihli nüshası.
[22] Hürriyet Gazetesinin 29 Ekim 2006 Tarihli Nüshası
[23] Güneş Gazetesinin ve Hürriyet Gazetesinin 20 Kasım 2006 Tarihli Nüshaları
[24] Hürriyet Gazetesinin 14 Nisan 2007 Tarihli Nüshası s.16
[25] Hürriyet Gazetesinin 15 Nisan 2007 Tarihli Nüshası
[26] Http://www.tsk.mil.tr/bashalk/basac/2007/a08.htm, Hürriyet Gazetesinin 28 Nisan 2007 Tarihli ”Gece Yarısı Uyarısı” Başlıklı Nüshası
[27] Hürriyet Gazetesinin 29 Nisan 2007 Tarihli Nüshası s.20
[28] Milliyet Gazetesinin 29 Nisan 2007 Tarihli Nüshası, “Genelkurmay Görevini Yapmıştır.” Başlıklı Yazısı
[29] Hürriyet Gazetesinin 11 Mayıs 2007 Tarihli Nüshası, “İrtica Yok” Deyip Cesaretlendirdiler. Başlıklı Yazı
[30] www.hurriyet.com.tr>Gündem Haberleri, https://www.haberturk.com>yazarlar>213170-zafer-uskul-dinamitledi,
[31] Hürriyet Gazetesinin 29 Temmuz 2007 Tarihli Nüshası, s.16
[32] www.hurriyet.com.tr>Gündem Haberleri, arşiv.sabah.com.tr>2007.12.30,
[33] Hürriyet Gazetesinin 30 Aralık 2007 Tarihli Nüshası, Mustafa Kınalının Haberi,
[34] AKP’nin Kapatma Davası ile ilgili Anayasa Mahkemesinin 30 Temmuz 2008 tarihli gerekçeli kararı, s.129
[35] Milliyet Gazetesinin 16 Ağustos 2007 Tarihli Nüshası, s.17
[36] https://www.haberler.com>Güncel,
[37] Hürriyet Gazetesinin 29 Mayıs 2008 Tarihli Nüshası, www.mynet.com/haber/politika/babacan,
[38] Hürriyet Gazetesinin 31 Mayıs 2008 Tarihli Nüshası
[39] Hürriyet Gazetesinin 31 Mayıs 2008 Tarihli Nüshası
[40] https://www.internethaber.com>Politika, www.hurriyet.com.tr>Gündem Haberleri,
[41] www.milliyet.com.tr>Siyaset, www.haber7.com>Siyaset, Vakit Gazetesinin 7 Haziran 2008 tarihli nüshası, Sözcü Gazetesi; 7 Haziran 2008 tarihli nüshası,
[42] https://www.haberler.com>iyimaya-dan-anayasa-mahkemesi-kararlarinin-as, https://www.yenicaggazetesi.com.tr>kakari-askiya-alalim-7674h, www.milliyet.com.tr>Siyaset>Haber,
[43] Gözcü Gazetesinin 12 Haziran 2008 Tarihli Nüshası
[44] Dengir Mir Mehmet Fırat; (1943, Kâhta, Adıyaman, Türkiye), Dedesi Hacı Bedir Fırat Ağa, I. ve II. Dönem Malatya, III. Dönem Kars Milletvekilidir.(Dengir Mir Mehmet Fırat’ın büyük dedesi Hacı Bedir Ağa, 1925’teki Şeyh Sait İsyanına katıldığı için sürüldü). Amcası Hüseyin Fehmi Fırat üç dönem milletvekilliği ve Demokrat Parti Genel İdare Kurulu Üyeliği yapmıştır. Dayısı M. Sırrı Turanlı 1957–1960 yıllarında Adıyaman senatörlüğü yapmıştır. Diğer dayısı Ali Avni Turanlı da 1963–1973 dönemi Adıyaman Milletvekilliği yapmıştır. Şeyh Sait’tin torunlarından biridir.
Peygamberin dinini yükseltilmesi, hilafet ve saltanatın geri getirilmesi perdesi altında genç Türkiye Cumhuriyetini yıkarak yerine Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarında bağımsız bir İslami - Kürt devleti kurmaktan dolayı İstiklal Mahkemesinin verdiği kararla, 28 Haziran 1925 günü gece yarısı 48 asi ile birlikte idam edilen Şeyh Sait’in torunu olan ve TBMM’de bir kaç dönem milletvekilliği yapmış olan Abdulmelik Fırat, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, yukarıda ifade edilen “travma” sözlerine destek vermiştir. (http:// tr. wikipedia.org/ wiki/Dengir Mir Mehmet Fırat) (http: //www.akparti.org.tr/ozgeçmis.asp?id=405) Hürriyet Gazetesinin 25 Haziran 2008 Tarihli Nüshası
[45] https://www.birgun.net>Arşiv, https://www.yenicaggazetesi.com.tr>dengir-travmasi-7872h, blog.milliyet.com.tr>dengir-beyin-travmasi>Blog,
[46] www.cumhuriyet.com.tr>Türkiye, https://www.youtube.com,
[47] www.haberturk.com>GÜNDEM, www.ensonhaber.com>Gündem,
[48] Hürriyet Gazetesi; 1 Ağustos 2008 tarihli nüshası, Resmi Gazetenin 24 Ekim 2008 Tarihli ve 27034 Sayılı Nüshası, s. 698 -745,
[49] www.milliyet.com.tr>Siyaset, https:www.haberler.com>Güncel,
[50] Hürriyet Gazetesinin 24 Ekim 2008 Tarihli Nüshası s. 20
[51] www.radikal.com.tr>Politika, https://www.youtube.com/watch?v=rxNo-Ivmj7o,
[52] Sözcü Gazetesinin 15 Nisan 2009 Tarihli Nüshası, s.4
[53] Hürriyet Gazetesinin 8 Eylül 2009 Tarihli Nüshası, s.21, Cumhuriyet Gazetesinin 8 Eylül 2009 Tarihli Nüshası, s. 9
[54]Hürriyet Gazetesinin 26 Eylül 2009 Tarihli Nüshası, s. 20
[55] www.milliyet.com.tr>Gündem, t24.com.tr>Gündem, odatv4.com>dekolte-fetvasini-veren-profesörden-inciler-2002111200,
[56] https://dogruhaber.com.tr>yazar>mehmed-goktas>1980-kemalizm-kay,
[57] https://www.haksozhaber.net>YORUM ANALİZ,
[58] www.cnnturk.com>Türkiye, www.milliyet.com.tr>Siyaset, www.yenicaggazetesi.com.tr>tarikat-lideri-12-yasindaki-cocugu-istismar-e,
[59] www.cumhuriyet.com.tr>Siyaset, https://www.youtube.com, www.yeniçağgazetesi.com.tr:Gündem.
[60] https://www.youtube.com, www.cumhuriyet.com.tr>Türkiye, www.hurriyet.com.tr.>Gündem.
[61] Tgb.gen.tr/45-cocuğa-tecavüz, www.dailymotion.com, www.istanbulgerçeği.com/aile-bakanı-bir-kereden-bir-sey-olmaz-dedi,
[62] https://www.youtube.com, www.Yeniçağ gazetesi.com.tr.
[63] https://www.sozcu.com.tr>Gündem, https://www.bbc.com>turkce>haberler>2016>160425kahraman,
[64] Sözcü Gazetesinin 27 Nisan 2016 tarihli Nüshası, s. 6
[65] Sözcü Gazetesinin 14 Haziran 2016 tarihli nüshası, s. 12 ve s.18, https://www.daiymotion.com>video,
[66] Sözcü Gazetesinin 15 Haziran 2016 tarihli nüshası, s. 10
[67] Sözcü Gazetesinin 16 Haziran 2016 tarihli nüshası, s. 5
[68] Sözcü Gazetesinin 28 Ağustos 2016 tarihli nüshası, s. 4 ile Cumhuriyet Gazetesinin 31 Ağustos 2016 tarihli nüshası, s. 4 ve Sözcü Gazetesinin 31 Ağustos 2016 Tarihli nüshası, s. 10
[69] www.hurriyet.com.tr>Gündem, Sözcü Gazetesi; 12 Kasım 2016, d. 5.
[70] https://www.cnnturk.com>Türkiye
[71] https://odatv.com/200-yılın-hesabını-soracağız, www.cumhuriyet.com>Türkiye,
[72] https://www.sozcu.com.tr>Gündem, www.hurriyet.com.tr>Gündem Haberleri, https://www.aydinlik.com.tr>arsiv>akpli-vekil-metin-kulunkten-akil-alm,
[73] Sözcü Gazetesi; 14 Ocak 2017, s.4 ile 24 Ocak 2017, s. s.5.
[74] www.cumhuriyet.com.tr>Türkiye, Sözcü Gazetesi; 27 Şubat 2018, s. 12, Sözcü Gazetesi; 1 Mart 2018, Sözcü Gazetesi; 3 Mart 2018, s. 10.
[75] https://www.facebook.com>photos>yunanistanda-din-adamlarının-çoğu, 2 Nisan 2018
[76] www.cumhuriyet.com.tr>Türkiye, Sözcü Gazetesi; 8 Mayıs 2018, s. 5.
[77] https://odayv.com/akpden-camilerde-iftar-yemeği-sovu, https://twitter.com/ismaildukel.
[78] Korkusuz Gazetesi; 1 Haziran 2018, baş sayfa, https://www.toplumsal.com.tr, www.yeniçağğazetesi.com.tr>Güncel.
[79] https://www.sozcu.com.tr>Gündem, haber.sol.org.tr. https://www.siyasetcafe.com>>siyaset,
[80] Sözcü Gazetesi; 11 Kasım 2018, s. 13,
[81] https://www.youtube.com/watch, Sözcü Gazetesi; 14 Kasım 2018, s. 10 ve 15 Kasım 2018 tarihli Sözcü Gazetesi’nin yazarı Emin Çölaşan’ın, “Özrü kabahatinden büyük” başlıklı köşe yazısı,
[82] https://www.yenicaggazetesi.com.tr>Güncel, https://www.haberler.com. Sözcü gazetesi; 22 Kasım 2018, s. 11,
[83] https://www.sozcu.com.tr>Gündem, https://odatv.com/mahşerde-berat-belgeniz-olacak, https://www.youtube.com/watch?v, https://www.habererk.com/ak-partili-ismet-yılmazdan-sozler-ak-partiye-vereceğiniz, Sözcü Gazetesi; 27 Ocak 2019, s. 14,
[84] https://www.cumhuriyet.com.tr/video/1423631/O-hizaya-gelmeyen-apoletli-Generalerinizin-hepsi-Erdogan-in, Sözcü Gazetesi; 13 Haziran 2019, s.11, https://halktv.com.tr/generaller-icin-esek-gibi-saf-tutacaklar-diyen-gerici-akitin-hab, https://124.com.tr>Gündem,
[85] Cumhuriyet Gazetesi; 21 Temmuz 2019, s. 4, www.cumhuriyet.com.tr/AKP-li-baskandan-skandal-30-Agustos-yorumu-html, https://www.aydinlik.com.tr/bursa-buyuksehir-belediye-baskani-aktas-30-agustos-halk,
[86] www.sabah.com.tr>Yaşam, Sözcü Gazetesi; 24 Ağustos 2019, s. 3, Korkusuz Gazetesi; 24 Ağustos 2019, s. 11,
[87] www.haber.com>hz-suleymanin-kiziyim-diyerek-insanlara-kanini-icirdi,
[88] Korkusuz Gazetesi; 2 Eylül 2019, s. 6,
[89] www.hurriyet.com.tr>Gündem Haberler, tr.sputniknews.com>turkiye>202…701-kuran-kursunda-20, www.cumhuriyet.com.tr>kuran-kursunda-ogrencilere-istismar-1559019,
[90] www.hurriyet.com.tr>haberleri>adnan-tanriverdi, https://tele1.com.tr>tele1-seriat-anayasasi-dosyasini-acmişti-mehdi-gelece, Sözcü Gazetesi; 10 Ocak 2020, s. 10,
[91] https://odatv.com>tanriverdi-saraydan-niye-ayrildi-11012049, https://odatv.com>mehmet-eymur-ortaya-cikti-2106161200, https://www.yenicaggazetesi.com.tr>Siyaset, https://www.birgun.net>Güncel,
[92] www.cumhuriyet.com.tr>haber>turkiye>mhpli-baskandan-ilenin-sulta, Sözcü Gazetesi; 15 Ocak 2020, s. 13, Sözcü Gazetesi’nin 16 Ocak 2020 tarihli nüshasında s. 5’de Emin Çölaşan’ın “Bu adam orada duramaz” başlıklı köşe yazısı,
[93] https:www.mynet.com>Haber>Güncel, Sözcü Gazetesi, 30 Ocak 2020, s. 10, https://www.yenicaggazetesi.com.tr>Siyaset, https://www.evrensel.net>haber>ytu-öğrencileri-bedri-gencerin-acıklama, https://tr.spuniknews.com>turkiye>202001291041279112-elazig-depre,
[94] https://t24.com.tr>Gündem, https://www.yenicaggazetesi.com.tr>diyanetin-iki-numarasindan-tepki-cek, Sözcü Gazetesi; 30 Mayıs 2020, s. 13, Sözcü Gazetesi; 2 Haziran 2020, s. 7’de Gazetenin yazarı Emin Çölaşan’ın “paylaştığı şiire bak sen!” başlıklı köşe yazısı,
[95] https://www.birgun.net>Güncel, Sözcü Gazetesi; 15 Haziran 2020, s. S.10,
[96] Mustafa Necati Uğural; Atatürk’ün yakın düşünce ve mesai arkadaşlarından, Kuvayi Milliye hareketinde yer almış, TBMM’nin ilk üç döneminde milletvekilliği, Mübadele esnasında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, 1924 Anayasası’nın yürürlüğe konulduğu sırda Adalet Bakanlığı. Tevhidi Tedrisat süresince ve Harf Devrimi esnasında Türkiye Cumhuriyeti İlk Milli Eğitim Bakanlığı yapmış siyasetçidir.(https://www.mynet.com>Haber>Güncel,) Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı döneminde (20 Aralık 1925-1 Ocak 1929) yaptığı hizmetleriyle hatırlanır. Çağdaş Türkiye Eğitiminin temellerini attı.
[97] Nuri Pakdil; Laik Cumhuriyet karşıtı, Atatürk Düşmanı, “Yaşasın Şeriat” sloganı atan (30 Ekim 2014 günü Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Ekim Kültür Sanat Etkinlileri, AKM’de düzenlenen “Ustalara Saygı Programı”) bir meczup. Atatürk’e “Firavun “ diye hakaret eden (18 Aralık 2018 günü Star TV’de Star Gazetesinin düzenlediği Necip Fazıl Ödülleri töreninde ) bir hain. (18 Ekim 2019 tarihinde 85 yaşında vefat etti) (https://www.aydinlik.com.tr>haber>mustafa-necati-olayi-basit-bir-degisi), (https://www.cumhuriyet.com.tr>haber>muharrem-inceden-skandal-isim). https://odatv4.com>bir-zamanlar-ataturke-ne-siirler-yazmisti-nuri-pakdil-u. https://www.ozelburoistibarat.com>irtica-laiklik-turban-konusu>irtica-d. https://hurseda.net>gundem>134584-nuri-pakdil-yasasin-seriat,
[98] Onedio.com>haber>akp-li-ozlem-zengin-ak-parti-gelene-kadar-kadin-kel, www.sozcu.com.tr>Gündem,
[99] Sözcü Gazetesi; 25 -26 Temmuz 2020, s. 13,
[100] Sözcü Gazetesi; 28 Temmuz 2020, s. 11, https://www.cumhuriyet.com.tr>haber>bergama-ilce-milli-egitim-mudur,https://www.yenicaggazetesi.com.tr>bunlarin-hepsini-bir-milli-egitimud,
[101] https://odatv4.com>iktidar-yanlisi-dergiden-hilafet-cagrisi-26072009, https://www.kitapmatik.com.tr>Dergisi, https://tr.sputniknews.com>turkiye,
[102] Onedio.com>van-da-bir-koy-imami-cocuk-istismarindan-tutuklandi-920229, Sözcü Gazetesi; 13 Eylül 2020, s. 11, gazetenin yazarı İsmail Saymaz’ın, “Köyün imamı, çocuk istismarından tutuklandı” başlıklı köşe yazısı,
[103] Dr. Ali Edizer; merkezi Adıyaman’da bulunan ve daha önce ’devletteki kadrolaşma’ iddialarıyla gündeme gelen Menzil tarikatına mensup. Sağlık Bakanlığı’ndaki görevine MHP-DSP-ANAP koalisyonu döneminde başlayan Dr. Ali Edizer’in “Jet hızı” ile yükselişi ise 2012 yılında AKP Hükümetinde Sağlık Bakanı olan Recep Akdağ döneminde oldu.
Menzil’e (Nakşibendi tarikatının Halidiye kolundan) yakınlığı ile bilinen Recep Akdağ, Dr. Ali Edizer’i önce Sağlık Bakanlığı Müsteşar Danışmanı olarak atadı. (2009) Sonrasında Sağlık Bakanı Özel Kalem Müdürlüğü görevin getirdi. Edizer, Menzilcilerin atamalarında bürokrasi üzerinde daha da etkili hale getirildi. Bu arada Menzilci olarak bilinen, Menzil Şeyhleri tarafından da mensupları olduğu gizlenmeyen bakanlardan Taner Yıldız’da (2009-2015 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı. 2002, 2007 ve 2011 Türkiye genel seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Kayseri milletvekili olarak TBMM girmiştir.) etkili oluyordu.
Türkiye’de Kamu Hastaneleri Kurumu Başkan Danışmanı yapılan Edizer, sonrasında Dr. A. Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı (2012-2016 yılları arasında) Ankara 1. Bölge Kamu Hastaneleri Birliği İdari Hizmetler Başkanı ve son olarak Mart 2018’dan bu yana Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi (eski GATA) Başhekim Yardımcısı görevine getirildi. (Sözcü Gazetesi; 6 Ekim 2020, s. 11),
[104] tr.sputniknews.com>turkiye>2020…334-gata-bashekim-yrd, Sözcü Gazetesi; 6 Ekim 2020, s. 11, www.ntv.com.tr>Türkiye Haberleri,
[105] Muhammed Raşid Erol; Doğum Tarihi: 23 Mart 1930, Siirt, Ölüm Tarihi: 22 Ekim 1993, Adıyaman. Menzil cemaati ve Nakşibendi şeyhlerinden. Nakşibendi büyüklerinden sayılan babası Seyyid Abdulhakim Hüseyni’nin Hz. Hüseyin (r. a) soyundan geldiği kanaatiyle ‘El-Hüseyni’ lakabıyla anılmıştır. Dedeleri Seyyid Muhammed, Şeyh Muhammed Diyauddin’in halifelerindendir. Baba ve dedeleri ilim ve tarikat ehli olarak tanınmıştır.
Muhammed Raşid Erol, babası (Gavs Seyyid) Abdulhakim Hüseyni ile birlikte Bilvanis köyünde 6 sene kaldıktan sonra sırayla önce Bitlis’in Kasrik köyünde 11 sene, Siirt’in Kozluk kazasının Gadir köyünde 9 sene ikamet edip, oradan da hayatının sonuna kadar ikamet edecekleri Adıyaman ilinin Kâhta kazasının Menzil köyüne yerleştiler.
1968 yılında halifelik icazetini alan Muhammed Raşit Erol, babasının 1 Haziran 1972 yılında ölümünden sonra irşad görevi 11 yıl sürmüş, yurt ve yurt dışından aşırı ziyaretçileri gelmiş, bu sebeple de 12 Eylül (1980) Askeri darbe sonunda, Çanakkale’nin Gökçeada ilçesinde mecburi ikamete tabi tutulmuştur.
Önce Adıyaman’a sonra Adana’ya oradan da Gökçeada’ya götürülen Raşit Erol, adanın havasının sıhhatini etkilemesi sonucu Ankara’ya nakledilmiştir. Burada da 16 ay gözetim altında tutulduktan sonra Merkezi idarenin izniyle Adıyaman Menzil’e dönmüş irşad faaliyetlerine devam etmiştir. Raşit Erol, 22 Ekim 1993 günü 63 yaşında vefat etmiştir. Cenazesi, vefat haberini alan on binlerce bağlısının katılımıyla ertesi gün Adıyaman’ın Kâhta ilçesi Menzil köyünde babası Esseyyid Şeyh El-Hüseyni’nin yanı başında toprağa verilmiştir. Tarikatın şu anda lideri ise Abdülbaki Erol. (www.biyografya.com>biyografi),
[106] www.cumhuriyet.com.tr>bu-kişi-gatanin-bashekim-yardimcisi-17771084,
[107] Odatv4.com>iste-turkiyenin-konuştugu-menzil-tahtinin-perde-arakasi-0209,
[108] Bediüzzaman (zamanın âlimi) Said-i Nursi (Kürdi), Bitlis vilayetine bağlı Hizan ilçesi Nurs köyünde doğdu. (84) (1876-1960); FETÖ’nün fikir babası Said-i Nursi, risalelerinde Atatürk’e ve silah arkadaşlarına “deccal süfyan, mülhid (dinsiz), mürted (dinden dönen), habis (alçak, soysuz) firavun, zındık, mason, münafık” diye saldırmıştır.
15 Temmuz (2016) darbesinden sonra “FETÖ’yle mücadele” sürecinde her şey konuşulurken “bir şey” konuşulmuyor. FETÖ’nün hangi düşüncelerden beslendiği, kimleri kendine rehber edindiği, eskilerin ifadesiyle kimden al aldığı adeta özenle toplumdan gizleniyor. FETÖ bataklığını besleyen ana damar Said-i Nursi'dir. FETÖ, Said-i Nursi'nin risalelerinden beslenmiştir. FETÖ'nün “ışık evlerinde” yıllarca Said-i Nursi'nin “Bunları ben yazmıyorum, bana yazdırılıyor” ve “Arş-ı azamdan indiği muhakkaktır” dediği Nur Risaleleri okutulmuştur. FETÖ müritleri, Kuran'dan çok, Nur Risalelerinden etkilenmiştir. FETÖ'nün kara kutusu Said-i Nursi'dir.
Said-i Nursi'nin, Hz. Ali, Şeyh Abdülkadir Geylani ve evliya dediği bazı kimselerden aldığı bir habere göre (!) güya “ahir zamanda beklenen bir zat gelecek, Hristiyanların ruhani liderleriyle işbirliği yaparak üç görev yapacak: Birincisi, imanı kurtaracak. İkincisi, şeriatı tatbik edecek. Üçüncüsü, hilafeti yeniden kuracak.” (Sikke-i Tasdiki Gaybi, s. 9, 10). Olayların gelişimi, Fetullah'ın, kendisini, Said-i Nursi'nin bu safsata kehanetindeki “beklenen kutsal adam” olarak gördüğünü kanıtlıyor. Fetullah'ın, “Dinler Arası Diyalog” gibi çalışmalarının temeli de buraya dayanıyor. Nitekim Fetullah, “Fasıldan Fasıla” adlı kitabında Nasr Suresi'nin ilk ayetinde geçen “ve'l feth” ifadesinin “Fetullah” demek olduğunu iddia ederek şöyle diyor:
“Buradaki nükteye gelince, Allah'ın bizi yaratması, HİZMET YOLUNA sevk etmesi, halkın kalbini bize tevcih etmesi… Hepsi Allah'ın yardımı ve inayetiyledir…” (Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla, s. 184). Yani, Fetullah, Kuran ayetinin kendisini işaret ettiğini belirtiyor. Fetullah'ın, Kuran ayetlerinin kendisini işaret ettiği düşüncesi Said-i Nursi kaynaklıdır. Nitekim Said-i Nursi de Kuran'da birçok ayetin kendisinden söz ettiğini iddia ediyor. Örneğin,
“Allah, göklerin ve yerin nurudur” diye başlayan Nur Suresi'nin 35. ayetindeki “Nur”la kendisinin kastedildiğini, yine ayette yer alan “ateşsiz yanan bir alevin” ifadesiyle de kendisinin eğitim görmeden Risale-i Nurları yazabilmesine gönderme yapıldığını belirtiyor. Güya Hud ve Enam surelerinde Allah doğrudan doğruya kendisine hitap ediyor! Yine Bakara Suresi 151 ve 269. ayetlerdeki “kendisine hikmet verilen, hikmeti öğreten ve herkese bilmediği şeyleri bildiren” kişinin kendisi olduğunu düşünüyor. (Ayrıntılar için bkz. Neda Armaner, Nurculuk, s. 14-17).
Sad-i Nursi'ye göre “dinsiz” Türkiye Cumhuriyeti “darül harp”tir. Dolayısıyla bu “darül harp”i (Müslüman olmayan bir hükümdarın egemen olduğu yerler. İslamcıların geneline göre Türkiye bir darül harp toprağıdır. İslam düşmanı kâfir bir ülkedir) “darül İslam'a” dönüştürmek gerekir! İşte Fetullah'ın, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarına “sızmak” istemesinin temelinde Said-i Nursi'nin bu “dinsiz Cumhuriyet” safsatası vardır. Fetullah, 18 Haziran 1999'da ATV'de, 19 Haziran 1999'da Sabah Gazetesi'nde yayımlanan kasetinde, Türkiye Cumhuriyeti'ni “darül harp” kabul ederek onu dönüştürmek için örtülü ve sinsice devlete sızdıklarını itiraf etmişti. FETÖ’cüler, yıllarca ışık evlerinde Said-i Nursi'nin, Atatürk'e ve Cumhuriyet'e kin kusan aşağıdaki satırlarını okuyarak yetiştiler.
Said-i Nursi, “Barla Mektupları”, “Şualar”, “Risale-i Nur Sönmez”, “Münazarat”, “Rumuzat-ı Semaniye” ve “Sırr-ı İnna A'tayna” risalelerinde Atatürk'e saldırmıştır.
Said-i Nursi'ye göre Atatürk, “deccal” ve “süfyan”dır. Bir risalesinde Atatürk'ten “Tek gözlü deccal” diye söz ediyor. (Barla Mektupları, s. 53).Said-i Nursi, Beşinci Şua'da bahsettiği “deccal” ve “süfyan”ın, Atatürk olduğunu da bizzat ifade ediyor. “Süfyan ve bir İslam deccalinin MUSTAFA KEMAL olduğu Beşinci Şua'da anlaşılıyor” diyor. (Sırr-ı İnna A'tayna Risalesi, s. 44). İslam kaynaklarında Deccal, “ahir zamanda gelip İslam'ı yıkmaya çalışacak dehşetli biri” olarak tanımlanıyor.
Sad-i Nursi, Atatürk'e ve onun kurduğu Cumhuriyet'e özellikle cifir ve ebcet (Arap alfabesindeki harflerin diziliş sırası) hesaplarıyla saldırıyor. “Rumuzat-ı Semaniye” ve “Sırr-ı İnna A'tayna” risalelerinde Milli Mücadele'nin üç kahraman komutanı; Mustafa Kemal (Atatürk), İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak)'tan “İKİ DECCAL BİR SÜFYAN” diye söz ediyor. Süfyan'ı şöyle açıklıyor: “Süfyan, zındıkların başı, cahşilerin cahşisi (kararmışların kararmışı), Yahudilerin en habislerinden, zalimlerin en zalimidir.” (Rumuzat-ı Semaniye, haz. Hüseyin Bulut, s. 105). Daha sonra da cifir ve ebcet hesabıyla Kevser Suresi üzerinden “iki deccal bir süfyan”ı anlatıyor.
Önce “Ahir zaman deccalinden önce küçük deccaller geleceğini” belirtiyor. Sonra, çok çirkin bir dille Atatürk'e saldırıyor. “İslam şeriatını tahrip etmeye” çalışan “Mason komite reislerinden ve hiçbir cihette müstahak olmadığı MUSTAFA KEMAL ismiyle malum olan ŞAHSI MENHUS (uğursuz), o DECCALLERDEN birisidir” diyor. Sonra da ebcet ve cifir hesaplarıyla Kevser Suresi'ndeki “şanieke huvel epter” ifadesinin “O zındık (mason) komitesinin üç reisleri” dediği Mustafa Kemal'i, İsmet (İnönü)'yü ve Fevzi (Çakmak)'ı gösterdiğini iddia ediyor. Ayrıca Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'ten, “Dinsiz Cumhuriyet” diye söz ediyor! Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresinden söz ederken de “Müddet-i firavuniyeti” (Firavunluk süresi) ifadesini kullanıyor.
Bu arada Atatürk'ü, “Muhammed Aleyhisselam'ın en büyük düşmanı olan GAZİ HERİF” diye adlandırıyor. (Sırr-ı İnna A'tayna Risalesi, s.27, 28). Sakarya ve Büyük Taarruz
kazanılmasa bu ülkenin Yunan yıkımından arda kalan camilerine çan takılacağını unutarak, bir din adamına yakışmayan çok çirkin bir üslupla Atatürk'e, İsmet İnönü'ye ve Fevzi Çakmak'a saldırıyor.
Halifeliğin kaldırılmasının dinsizlikle bir alakası yoktur. Hilafet siyasal bir kurumdur. Laiklik ise dinsizlik değildir. Üçüncüsü, Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'tan hiçbiri mason değildir. Said-i Nursi, Atatürk Cumhuriyeti'ni “İstibdad-ı askeriye-yi keyfiyeyi küfriye” olarak adlandırıyor.
Said-i Nursi, Atatürk'ü, “Halkın nefretine layık adam… İslam dinini yıkmaya çalışan kişilerin en büyüğü… (deccal)” olarak adlandırıyor. (Alparslan Işıklı, Said-i Nursi, Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları, s.24). Denizli müdafaasında açıkça Atatürk'e saldırıyor; Atatürk'ün Milli Mücadele'deki rolünü azaltmaya çalışıyor: “Benim kırk sene önce beyan ettiğim bir hadisin o şahsa (Atatürk'e) vurduğu tokada binaen, sabık mahkemelerimizde bana hücum eden bir savcıya dedim… Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilemez…” diyor. (Şualar, 300,302, 319).
Başka bir risalesinde de “Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş BİR ADAM hakkında 30 sene evvel hadis-i şerifin ihbarıyla KURAN'A ZARARLI öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra MUSTAFA KEMAL'in o adam olduğunu zaman gösterdi” diyor. (Emirdağ Layihası, C.1, s. 279). Said-i Nursi, Atatürk'ü “süfyan, deccal, tağut, delalet zındıka komitesinin firavun meşreb reisi, ehl-i dalaletin dehşetli şahsiyeti” diye adlandırdığı için mahkûm oluyor.
Buna karşı “hapisteki Nur talebeleri” ağzıyla verdiği cevapta, Atatürk'ün, “bu milletin istiklalini ve istikbalini mahvettiğini”, dünyadaki “350 milyonluk manevi ihtiyat kuvvetini”, yani, dünya Müslümanlarını “milletin aleyhine çevirip dinsizliği dindarlara tercih ederek” 70 milyon Arap'ı elinden çıkardığını iddia ediyor. (Sırr-ı İnna A'tayna Risalesi, s. 43-44).
Bütün bunları söylerken I. Dünya Savaşı sırasındaki “Arap ihanetinden” ise hiç söz etmiyor. İşte Türkiye'de bugün din üzerinden Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapanların çoğu, Said-i Nursi'nin bu tür safsatalarıyla Atatürk'e ve Cumhuriyet'e düşman oldular, olmaya devam ediyorlar. Sözün özü şu: FETÖ'yle aynı kaynaktan; Said-i Nursi'nin risalelerinden beslenen bugünkü siyasal İslamcı kafanın, o bataklığı kurutması imkânsızdır. O bataklığı kurutmadıkça da FETÖ bitirilse bile yeni FETÖ'lerin ortaya çıkması engellenemez. (www.sozcu.com.tr>Yazarlar>Sinan Meydan) (odatv4.com>turiye-darulharp-ulkesiymiş-12.091.904)
[109] Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu; Metastaz, Kırmızı Kedi Yayınevi, s. 64-65,
[110] Mehmet Fırıncı; 1928 yılında Bursa’nın İnegöl ilçesi-Yenice Müslim Köyü doğumludur. Ailesi ile İstanbul’a yerleşmiştir. Ailece fırıncılık yaparak geçindikleri için kendisine “fırıncı abi” denilmektedir. Asıl ismi Mehmet Nuri Güleçtir. 1946 yılından itibaren Nur Cemaati bünyesindedir. 61 yaşındayken, rahibe okulundan yetişmiş, kendisinden 21 yaş küçük olan İngiliz asıllı Mary Weld (sonradan Şükran Vahide adını almıştır.) ile evlenmiştir. Said Nursi’nin son talebelerindendi. 1950-1960 yıllarında Said Nursi’nin yanındaydı. Risale-i Nur’ların neşriyatında ve yabancı dillere çevrilmesinde hizmetleri olmuştur.www.risaleforum.net>56673-mehmet-firinci-abinin-esi-mary, www.bolgegundem.com>Biyografi,
[111] Hazire; külliye, cami, mescit, tekke gibi dini yapıların avlularında yer alan etrafı duvar veya parmaklıklarla çevrili mezarlıklara verilen isimdir. (tr.wikipedia.org>wiki>Hazire),
[112] www.gazeteduvar.com.tr>Gündem, www.aa.com.tr>turkiye>bediuzzaman-said-nursinin-talebelerinden-meh, www.yenişafak.com>Gündem Haberleri, Cumhuriyet Gazetesi; 5 Ekim 2020, s. 5 ile aynı gazetenin (Cumhuriyet Gazetesi) yazarı Barış Terkoğlu’nun “Erdoğan’ın elini öptürmediği Nurcunun cenazesi” başlıklı köşe yazısı,
[113] www.aa.com.tr>turkiye>bediuzzaman-said-nursinin-talebelerinden-meh,
[114] Sözcü Gazetesi; 14 Eylül 2020, s. 4, gazetenin tarih yazarı Sinan Meydan’ın, “Tarikatların ve Cemaatlerin Panzehiri Laiklik” başlıklı köşe yazısı,