ATATÜRK ve LİDERLİK

 .Yazan: İzzettin ÇOPUR
.(E) Tnk. Kd. Alb.

 

 

ATATÜRK’ÜN LİDERLİĞİ ile GELECEĞE YÖN VEREN SÖYLEV ve DEMEÇLERİ


 Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa 17 Nisan 1919

 MUSTAFA KEMAL PAŞA’NI KENDİSİ İLE İLGİLİ SÖYLEMLERİ

 Sana ne büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin

 Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin hiçbir kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda karşı koyuşları yok eden olacaksın. Önüne sayılmayacak güçlükler yığacaklardır. Kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.[1]

 Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmesini göz önüne almamışımdır

 Pekâlâ, bilirsiniz ki benim bütün yaşamımda bu ana kadar güttüğüm amaç, hiçbir zaman kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve neye girişmiş isem, daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve çıkarına olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmesini göz önüne almamışımdır.[2]

 En önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, mümkün olduğu kadar yakın Olun

 Yöntem ve kural şudur ki, genel durumu yönetme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, mümkün olduğu kadar yakın bulunur. Yeter ki bu yaklaşım, genel durumu görmekten uzak bırakacak derecede olmasın. [3]

 Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür

 Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür. [4]

 Durumu iyice belirlemek, sonra alınacak önlemlerin ne olduğuna karar vermek

 Herhangi bir zorluk önünde kaldığım zaman benim yaptığım iş şudur: Durumu iyice belirlemek, sonra bu durumu karşısında alınacak önlemlerin ne olduğuna karar vermek. Bu kararı bir kere verdikten sonra artık acaba yapayım mı, yapmayayım mı, diye kararsızlık göstermemek, duraksamadan kararı uygulamak ve başaracağıma inanarak uygulamak! [5]

 Hiçbir görüşü, değersiz görmemek gerekir

 Bazen hiç umulmadık adamdan, ben pek çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir görüşü, değersiz görmemek gerekir. Sonuçta, kendi fikrimi uygulayacak bile olsam, herkesi ayrı ayrı dinlemekten zevk alırım. [6]

 Kendiniz onun başında bulunmalısınız

 Verdiğiniz emrin yapılmasından emin olmak istiyorsanız, tâ en son gerçekleşme ucuna kadar, kendiniz onun başında bulunmalısınız. [7]

 Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir

 “…Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük atalarımın en değerli miraslarından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Bence bir millette şerefin, saygınlığın, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, kesinlikle o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben yaşayabilmek için kesinlikle bağımsız bir milletin evlâdı kalmalıyım.  Bu sebeple milli bağımsızlık, bence bir yaşam sorunundur. Millet ve memleketin çıkarları gerektirdiği takdirde insanlığı oluşturan milletlerden her biriyle uygarlık gereğinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini, büyük bir duyarlılıkla takdir ederim. Ancak, benim milletimi tutsak etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.” [8] Demiştir.

 Milletimle yakından görüşmenin zevkini, mutluluğunu anlatamam

 “…Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, mutluluğunu anlatamam. Her ne zaman milletimin karşısında kendimi görsem, her ne zaman milletimin bireylerinden birkaçının yüzüne baksam… Oradan ruh ve vicdanıma gelen ışık, benim için en değerli bir ilham ve verim alevi oluyor.” [9] Demiştir.

 Toplumun sorunlarının aydınlatılmasını bir kişiden beklemek lâyık değildir.

 Sizden bir kişiye, sizden fazla önem vermek, her şeyi milletin bir bireyinin kişiliğinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumun sorunlarının aydınlatılması ve belirtilmesini, tek bir kişiden beklemek elbette lâyık değildir, elbette ki gerekli değildir. [10]

 Sorumluluktan çekinecek insanlar değiliz

 Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdanımızda ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.   [11]

 En büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm güven ve destektir

 Yaşamımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm güven ve destektir. Bütün görevlerimde manevi, vicdani olan en büyük endişem, emanetinizin saygı ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir. [12]

 Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim

 Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok savaşlara katıldım. Hatta ölüm bir defa, kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat, mermi parçasının şiddetini kırdı. [13]

 Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir

 Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir. [14]

 İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, et ve kemikten geçici Mustafa Kemal, o, ben değil bizdir!

 İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemikten geçici Mustafa Kemal… İkincisi Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesi ile ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur! [15]

 Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir

 Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasında bile olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki bu fikirler, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, verimli sonuçları kalpleri doldurur.[16]

 Mal ve mülk bana ağırlık veriyor

 Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar, insanın serveti, kendi manevi kişiliğinde olmalıdır.[17]

 Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim

 Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim. [18]

 Ben, savaşta dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam

 Birçok zaferler kazandım.  Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimden derin bir keder duyuyorum. Ben, savaşta dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam, yalnız askerlik kurallarının uygulanmasını düşünürüm.[19]

 Görüyorum ki, Majeste Kral, beni ve karakterimi tanımıyorlar!

 Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol’un, görüşme sırasında Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet sorununa [20] değinmesi ve Atatürk’ten Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Beneş’e bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a söyledikleri (Atatürk’ün):

 “…Majeste Kralın (Karol) söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir devlet başkanına (Çekoslovakya) kendi ülkesinden bir parçayı Almanlara terk etmesini tavsiye etmemi mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bir karış toprağını başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar!” [21]

 Ben bir tavuğun bile boğazlandığını görmeye tahammül edemem

 Bir Alay karargâhının temel atma töreninde bir koyunun temel için açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, yanında bulunan İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma;

 Atatürk: Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur.

 Şah Rıza: Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı savaş meydanları? ...

 Atatürk: Ha, o başka sorundur, öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir. [22]

 Ben onları affederim, çünkü kalbim vardır

 Atatürk düşmanları için;

 Ben onları affederim, çünkü kalbim vardır, onlar beni affetmezler çünkü kalpsizdirler.[23]

 MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN İSTANBUL’A ÇAĞRILMASI

 Mustafa Kemal Paşa, kendisinin, Savaş İşleri Bakanlığı (Harbiye Nezareti) tarafından İstimbotla (deniz teknesi/küçük vapur) İstanbul’a çağrılmasına ilişkin olarak, 15. K. Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya [24] gönderdiği 11 Haziran 1919 tarihli telgrafta özetle;

 “…Davetimin sebebini Cevap Paşa’dan (Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi / şimdiki Genelkurmay Başkanı) gizlice sordum. Cevap şudur: ‘Sizin gibi değerli bir generalin şu anda Anadolu vilâyetlerinde dolaşmasının kamuoyuna iyi bir etki bırakmayacağından söz ederek İstanbul’a çağrılmanızı İngilizler istedi.

 Arkadaşlarımız gibi İngilizlere tutsak olmak üzere İstanbul’a gitmekten çekinirim. Vatana hizmet görevimi sürdürebilmekliğim, doğal olarak sizin gibi aynı düşünce ve görüş sahibi bulunan kardeşlerimin de sürekli el birliği ve yardımlarına bağlıdır. Bugün benim vermek zorunlu olduğum bu eylem kararının yarın bütün namuslu ve vatansever arkadaşlarımız tarafından da verilmesi gerekeceğine kuşku yoktur.

 Hükümet (Osmanlı), kandırılmış olarak İstanbul’a çağrılmak plânını izlediğinden ben de olabildiğince zaman kazanmak ve karargâhımı ülke içine sokmak için aynı yöntemle karşılık vermekte ve haberleşmekteyim.” [25] Demiştir.

 

Kâzım Karabekir Paşa

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ASKERLİKTEN İSTİFA ETMESİ

 Mustafa Kemal Paşa, 9 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum Valiliği’ne gönderdiği 346 numaralı telgrafta özetle;

“…Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan milli direniş uğrunda milletle birlikte serbest şekilde çalışmaya resmi ve askeri konumum artık mani olmaya başladı. Bu mukaddes amaç için milletle birlikte sonuna dek çalışmaya mukaddesatım adına söz vermiş olduğumdan pek aşığı bulunduğum yüce askerlikten bugün istifa ettim. Bundan sonra kutsal ve milli amacımız için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere milletin kucağında bir savaşçı fert gibi bulunmakta olduğumu genelge ile arz ve ilan eylerim.” [26] Demiştir.

 MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SADRAZAM DAMAT FERİT PAŞA’YA GÖNDERDİĞİ TELGRAF

 Mustafa Kemal Paşa’nın; İzmir’in Yunanlılar tarafından 16 Mayıs 1919 günü işgal edilmesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 günü Samsuna çıkmasından sonra, Osmanlı Hükümeti’nin Kuva-ı Milliye Kuvvetlerine karşı uyguladığı yanlış politikası ile ilgili, Osmanlı Devleti Başbakanı Damat Ferit Paşa’ya [27] Erzurum’dan gönderdiği 16 Ağustos 1919 tarihli telgrafta özetle;

 “…Mösyö Clemenceau’nun (Fransa Başbakanı) verdiği ayrıntılı cevapları sonradan inceledikten sonra İstanbul’a nasıl bir üzüntü ile döndüğünüzü anlıyorum.

 Altı buçuk asırlık saltanat süren ve dünyada bağımsız tarihi bilinen devlet ve milletimize karşı pek açık bir dil ile çizilmiş parçalama ve yok etme görüşünü bu kadar açık ve onur kırıcı gösteren bir anlatım karşısında titremeyecek hassas bir fert düşünemem. Allah’a binlerce şükür ederim ki, milletimizin ruhundaki kararlılık ve yiğitlikle tarihi varlığını ne yazgıya, ne de acımasız yargılara hiçbir zaman kurban etmeyecektir. Şimdi pek eminim ki ileriyi gören yüksek zâtınız,  bugünkü genel durumu, devlet ve milletin gerçek çıkarlarını üç ay önceki bakışlarla görmüyorlar.

Kurtuluş ruhu çevresinde toplanan bütün milletin ilkesi, vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı, saltanat ve halifeliğin dokunulmazlığıdır. Bu ilkeler değil yalnız Doğu Anadolu’da, aynı teşkilâta sahip olan bütün vatanda bütün gücüyle ayaktadır.

 Hayat hakkı ve bağımsızlığı için çalışan milletin amacındaki temizlik ve sağlamlığa karşılık, merkezi hükümet (Osmanlı); sivil ve askeri görevlilerin başkanlarına gönderdiği gizli bildirimlerle milli birliği kırmak, millet ve ülke esenliğine yönelik milli girişimleri sonuçsuz bırakmak,  özet olarak millete karşı düşman konumunda bulunmak yolunu yeğliyor. Bu hareket tarzı tabiatıyla büyük üzüntü sebebidir. Bu durum, milleti merkezi hükümete karşı istenmeyen hareketlere yöneltecek niteliktedir. Çok içten olarak belirtebilirim ki, millet her türlü isteğini yaptıracak güçtedir. Girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir güç yoktur. Merkezi hükümetin önleyici girişimleri hiçbir yerde ve hiçbir kimse tarafından uygulanamamaya mahkûmdur. Millet, çizdiği program içinde çok kesin ve açık adımlarla amacına yürümektedir.

 İngilizlerin gösterdiği yolda kurtuluş yolu aramak da boştur. Sonucu acıdır. Bundan dolayı, İngilizler de en sonunda gücün millette olduğunu anlayarak hiçbir dayanağı olmayan ve millet adına hiçbir üstlenmede bulunamayan ve bulunsa bile milletçe saygınlığı olamayacak olan bir hükümetle (Osmanlı) sonuç alıcı bir işe girişmenin mümkün olamayacağını anlamışlardır. Milletimizin birlik ve kararlılığı karşısında yabancıların tehditlerini gerçekleştirme güçleri kalmamaktadır.

 Bütün dilekler şu merkezdedir ki, hükümetimizin (Osmanlı) geçerli olan milli cereyana karşı engelleyicilikten kaçınması, özellikle milli kuvvetlere dayanarak ve her türlü girişimlerinde milli emelleri rehber olarak kabul etmektir. Bunun için de varlığı ve milli iradeyi temsil edecek olay, Millet Meclisi’nin kutsal istek ve iradeyi güçlendirmek üzere en kısa sürede toplanmasını sağlamalıdır.

 Başbakanlığınıza yönelik olan bu soylu hareket ile devlet ve milletin, Hilafet ve Saltanat makamının tarihini yeni bir aşamaya götürecek, bugün koptuğuna kuşku olmayan hükümetle olan bağlantılar, karşılıklı olarak içtenlikle düzeltilecek ve böylece içe ve dışa karşı da bir onur sağlanmış olacaktır. Yüce iktidarınızın elinin altında bu son kuvvet birliği vardır.” [28]

Osmanlı Sadrazamı (Başbakan) Damat Ferit Paşa

TÜRK VE KÜRT, BİRBİRİNDEN AYRILMAZ İKİ ÖZ KARDEŞTİR

 Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından; 15 Eylül 1919 tarihinde Malatya Mutasarrıf Vekili aracılığı ile Hacı Kaya ve Şatoğlu Mustafa Ağalara çekilen telgrafta;

 “Padişah (Sultan Vahdettin) ve millet hainlerinin yalanlarına kapılarak, Allah korusun İslâmlar arasında kan akıtılması ve günahsız zavallı Kürt kardeşlerimizden birçoğunun Padişah askerlerince öldürülmesi gibi dünya ve öbür dünya için pek acıklı bir durumun önlenmesi yönünde çalışmalarımızın ilerleyişi, Sivas Genel Kongre Kurulunca takdir ve teşekküre değer görülmüştür. Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça Türk ve Kürt’ün birbirinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşamakta devam eyleyeceği ve Halifelik etrafında sarsılmaz bir vücut durumunda iç ve dış düşmanlarımıza karşı demirden bir kale biçiminde kalacağı kuşkusuzdur. Allah çalışmalarınızı kabul eylesin.” [29] Denmiştir.

 

Son Osmanlı Padişahı VI. Mehmet (Vahdettin) Saltanat:(1918-1922)

 DAMAT FERİT PAŞA HÜKÜMETİ’NİN HAİNLİĞİ

 Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin hainliği ile ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Temsil Heyeti adına, 21 Eylül 1919 tarihinde Yüksek Valiliğe ve Erzurum Merkez Heyeti’ne gönderdiği telgrafta özetle;

 “…Merkezi Hükümet’in (Osmanlı Ferit Paşa Hükümeti)  yabancı gücü (İngiliz, Fransa, İtalya, Yunanistan vs.) ile ülkede bozgunculuk ve kavga çıkarmaya fiili girişimi görüldüğünden, doğacak acıklı gelişmeler ve feci sonuçların bütün sorumluluğu, böyle bir vuruşmayı hazırlayan meşru olmayan hükümet ileri gelenlerine ait olacağını… Ve milletin kendi istekleri ve görüşlerine bütün gücü ile bağlı kalacağını bütün uygar dünyaya duyurur.” [30] Demiştir.

 PADİŞAH SULTAN VAHDETTİN VE SADRAZAM DAMAT FERİT PAŞA’NIN İNGİLİZLERİN HİMAYESİNE SIĞINMASI ve MİLLİ

KUVVETLERE KARŞI İHANETİ

 Tarihçi yazar Sinan Meydan’ın, son Osmanlı Padişah Sultan Vahdettin   (4Temmuz 1918-1Kasım 1922) ile Osmanlı Sadrazamı Damat Ferit Paşa ile ilgili olarak Sözcü Gazetesinin 13 Mart 2017 tarihli nüshasında yayınladığı yazısında özetle;

 Padişah Vahdettin, bütün ümidini İngiltere’ye bağlıyor

 10 Ocak 1918’de (Mondros Mütarekesinden önce) Padişah Vahdettin, Amiral Calthorpe’ye bir aracı gönderip “Bütün umudunu İngiltere’ye bağladığını, İngilizlerin istediği kişileri tutuklatıp cezalandırmaya hazır olduğunu” belirterek İngilizlerin, halifelik makamında kalması için kendisine yardım edip etmeyeceklerini sordu. Damat Ferit’te 9 Mart 1919’da İngiliz Yüksek Komiseri Yardımcısı Richard Webb’i ziyaret ederek, “Padişah’ın ve kendisinin ümitlerini Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladığını” belirti. (Sonyel, age, s. 20)

 Sultan Vahdettin, İngilizleri memnun etmek için öncelikle iki adım attı:

 Meclis’i dağıttı.

 Hükümeti Damat Ferit Paşa’ya kurdurdu.

 11 Mart 1919’da Amiral Webb, raporunda; “Damat Ferit Hükümeti, düşünülmesi mümkün olan en İngiliz yanlısı hükümettir.” Diyordu.

 Vahdettin, galip devletlerin kendisini tahttan indirmesinden ve ordunun yönetimine el koymasından endişeleniyordu. İşgal İstanbul’unda görüştüğü Atatürk’e ilk sorduğu sorulardan biri “Ordudan kendisine bir fenalık gelip gelmeyeceği” şeklindeydi. Kuşkular ve kaygılar içinde, eniştesi İngilizci Damat Ferit’e dört elle sarıldı. Tahtını ve tacını öylesine çok düşünüyordu ki, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı  (30 Ekim 1918) [31] imzalaması için görevlendirilen Rauf (Orbay) Bey’e öncelikle “Hilafeti, saltanatı ve Osmanlı hanedanlık hukukunu koruyacaksın” demişti. Ancak çok geçmeden –işbirliği yaptığı sürece- emperyalist devletlerden kuşkulanmasına gerek olmadığını anladı. Çünkü emperyalizm için bir adamla ona biat etmiş kullarını yönetmek, bir meclise sahip özgür bireyler topluluğunu yönetmekten daha kolaydı. Vahdettin, işgalci emperyalistlerle, özellikle İngiltere’yle iyi ilişkiler kurup halkı da kendine biat ettirebilirse tahtını ve tacını koruyabileceğini düşünüyordu.

 Sultan Vahdettin, 24 Kasım 1918’de The Daily Mail muhabiri G. Ward Price’a verdiği bir mülakatta şunları söyledi:

 “İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı Kırım Savaşı’nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Şimdi bu sebepten memleketim ile İngiltere arasında öteden beri mevcut dostane ilişkileri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım.” (Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1991, s.3,4)

 Sultan Vahdettin, İngilizler’in Türkiye’nin idaresini almasını istiyor

 General Milne (Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanlarından biri olan İngiliz General George Milne), 16 Aralık 1918’de, İngiltere’ye gönderdiği raporda şöyle diyordu:

 “Padişah (Sultan Vahdettin), İngilizlerin, mümkün olduğunca çabuk Türkiye’nin idaresini eline alması için istirhamda bulundu. İç kısımlara İngiliz subaylarının gönderilmesini ve idareye yardımcı olmalarını rica etti. Buna karşılık Kafkasya’daki Türk askerlerini İngilizlerin buyruğu altına vermeye, istenmeyen subayları görevlerinden almaya ve birlikleri İngiliz subaylarının komutası altına vermeye hazır.” (Jaeschke, age, s. 4)

 Bir millet var koyun sürüsü, ona bir çoban lazım o da benim

 Vahdettin, 21 Aralık 1918’de – en gerekli olduğu anda- meclisi dağıttı. İstanbul’un işgal edildiği gün (16 Mart 1920), “Bir millet var koyun sürüsü, ona bir çoban lazım o da benim” diyen Vahdettin’in meclisi dağıtması normaldi. Ancak meclisin dağıtılması çok yanlıştı. Öncelikle meclisin her şeye rağmen işgale direnme ihtimali vardı. İşgalcilerin meclisi kontrol etmesi daha zordu. Ayrıca yeniden seçim yapılması gündeme geldiğinde ülkenin işgal edilmiş bölgelerinden mebus seçilmeyecek, yeni mecliste buralar temsil edilmeyecekti. Dolaysıyla o bölgenin elden çıkması kolaylaşacaktı. Ancak meclis dağıtan saray, “Serbestçe ve kendine en uygun biçimde galip devletlerle özellikle İngiltere’yle antlaşmaya varmak istiyordu.” (Sina Aksin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, C.1, 2.BAS, İstanbul, 1992, s. 137)

 Mustafa Kemal Paşa, ordudan çıkarılıyor

 Padişah Vahdettin, İngilizlerin istediklerini yaparsa hem tahtını, tacını koruyacağını hem de Paris Barış Konferansı’nın (18 Ocak 1919) Türkiye lehine bir karar vereceğini düşünüyordu. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919’da Osmanlı Savaş Bakanlığı’na bir nota verip Anadolu’daki direniş hareketine son verilmesini isteyince Osmanlı Hükümeti, hemen harekete geçmiş ve Atatürk’ü 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a göndermişti. Atatürk’e verilen görev Anadolu’daki direniş ateşini söndürmekti. Atatürk ise tam tersine direniş ateşini körükleyince İngilizlerin isteğiyle hemen geri çağrıldı. (11Haziran 1919) Gelmeyince görevden alındı. (9 Temmuz 1919) Atatürk sadece ordudan çıkarılmakla kalmadı, nişanları, rütbeleri ve fahri yaverlik unvanı geri alındı. Bütün bu kararları Sultan Vahdettin onayladı.

 İzmir Valisi Kambur İzzet, İşgalci Yunan kuvvetlerini törenle karşılıyor

 Görevden alınan Atatürk’ün emirlerinin dinlenmemesi için genelge yayımlandı. Atatürk ve Rauf Bey’in, derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmesi için valiliklere emir verildi. Atatürk’ün tutuklanması için Kazım Karabekir’den yardım istendi. Direniş cemiyetlerin kurulması, direniş mitinglerinin yapılması ve millicilere ait telgrafların çekilmesi yasaklandı. Benzer şekilde İzmir’de direniş örgütleyen Nurettin Paşa da görevden alınıp yerine İzzet Bey ve Nadir Paşa getirilmişti. Çünkü Vahdettin, İzmir’in işgaline karşı direnilmemesini, mütareke hükümlerine uyulmasını istemişti. 15 Mayıs 1919’da İzmir kanlı bir şekilde işgal edildi. İzmir Valisi Kambur İzzet, bırakın direnişi, 26 Mayıs 1919’da Yunan kuvvetlerini özel bir törenle ve saygıyla karşıladı.

 

Osmanlı Valisi Kambur İzzet Paşa

“Benim İzmir’in Yunanlılarca işgalini temin için ne derece çalıştığımı Metropolit Hrisostomos Efendi’den sorabilirsiniz. Babıali ile geçen muhaberelerimizi de görebilirsiniz.” Diyen kişidir. (https://turcetarih.com/vatan-haini-kambur-izzet-pasa)

 Başarılı komutanlar ve yurtsever valiler görevlerinden alınıyor

 Sadrazam Damat Ferit, İngiliz Yüksek Komiserine, padişahın ve kendisinin İngilizler tarafından korunup korunmayacağını sordu. İngiltere, padişahın ve sadrazamın güvenliklerinin sağlanacağını bildirdi. 22 Temmuz 1919’da İngiliz ve Fransız Yüksek Komiserleri de padişahın desteklenmesine karar verdiler. Osmanlı İçişleri Bakanı Adil, “İzmir’deki millicileri dağıtmak için gerekirse askeri kuvvet kullanacağız.” Dedi. Milli Mücadele karşıtı propaganda için Anadolu’ya Nasihat Heyetleri gönderildi. Vahdettin’in Denizli’ye gönderdiği Jandarma Genel Komutanı, Yunanla çarpışmaktan vazgeçilmesini istedi. Bütün illere, Kuvayı Milliye’nin dağılması için emir verildi. Başarılı komutanlar ve yurtseverler valiler görevden alınıp yerlerine işbirlikçiler atandı.  Hükümet’in verdiği listelere göre asker, sivil yurtseverler tutuklanıp Malta’ya sürgün edildi.

 Milliyetçileri öldürmek din gereğidir

 İngiliz Yüksek Komiseri J.de Robeck, 23 Şubat 1920 tarihli raporunda; “Bizim aldığımız kararlara hürmet etmeyen yegâne halk, Türk halkıdır.” Diye yazmıştı. 16 Mart 1920’de İstanbul İşgal edildi. Misakı Milli’yi (Ulusal yemin / 28 Ocak 1920, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları, büyük ölçüde, Misak-ı Milli ilkeleri doğrultusunda oluşmuştur.) ilan eden Osmanlı Meclisi Mebusan 18 Mart 1920’de çalışmalarına ara verdi.  Bazı milletvekilleri tutuklanıp Malta’ya sürüldü. Çok geçmeden Vahdettin Meclisi kapattı. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, [32] Milli Mücadele aleyhine fetva yayımladı. Fetvada istilacılara karşı direnen milliyetçileri tek tek veya topluca öldürmek din gereğidir. Bu uğurda ölenler şehit, öldürenler gazi sayılır deniliyordu. Fetvalar İngiliz uçaklarıyla Anadolu’ya atıldı. Sadrazam Damat Ferit İngilizlere, Atatürk’e karşı Kürtleri kullanmayı önerdi. Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) kurulup İzmit ve civarındaki Kuvayı Milliye’cilerin üzerine yollandı. Damat Ferit Paşa’nın Milli Eğitim Bakanı olan Rumbeyoğlu Fahrettin, (Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 yılında yüz elliliklerden biri olarak sınır dışı edildi.) okul kitaplarından “Türk” sözcülüğünü çıkardı. (Yerine Osmanlı sözcüğünün getirilmesini emretmiştir.)

 Osmanlı Hükümeti yargısı, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını idama mahkûm ediyor

 Osmanlı Hükümeti, Ahmet Anzavur’a paşalık rütbesi verdi. Anzavur paralı ordusuyla milli kuvvetleri dağıtmak için İzmit’ten Adapazarı’na hareket edip Adapazarı’nı işgal etti. İstanbul Divanı- Harbi, Atatürk ve arkadaşlarını (Kâzım Karabekir hariç) idama mahkûm etti. Sultan Vahdettin, idam kararını onayladı. Osmanlı Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi, (Sadrazam Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin Adalet Bakanı) Yunan taarruzunun başarısı için dua edilmesini istedi. Edirne’de Selimiye Camii’nde Müftü Hilmi Efendi, Yunan ordularına dua edip Venizelos’u övdü.(13 Ağustos 1920) Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliyeci subaylara 7 yıl hapis cezası verilmesi hakkındaki kanunu onayladı. Sonunda Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922’de İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtı.

 

 Osmanlı Padişah’ı Vahdettin, Kuva-i Milliyecileri yok etmek için İngilizlerden yardım istiyor

 Sultan Vahdettin, sözde Ermeni kırımında rolü olduğu gerekçesiyle Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in [33] idamını onayladı. Anadolu’da ki Milli Mücadele’yi yok etmeleri için pek çok defa İngilizlerden yardım dilendi. Öyle ki Büyük Taarruzdan öncesinde bile, 7 Ağustos 1922’de İngiltere Yüksek Komiseri Rumbald’a; Atatürk ve arkadaşlarıyla ilgili çok ağır sözler söyleyip İngilizleri Anadolu’daki “millicilere” karşı kışkırttı. Ayrıca; “…Millici liderler bir hükümet değildir, bir isyancılar ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar İttihat Terakki’nin canlandırıcılarıdır. Kişisel çıkarları için ülkede egemenliklerini kurmaya çalıştılar. Masum halkın vatanseverliğini ve iyi niyetini sömürdüler. İnançları ve politikaları bakımından onlar Bolşevik’ten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim (Osmanlı) barış yapmaya ve bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır.” Demiştir. (Salahi Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Ankara, 2007, s. 187.)

 Sultan Vahdettin, Sevr Antlaşmasını imzalatıyor

 Padişah Vahdettin, daha da ileri giderek bir İngiliz ajanı gibi çalıştı. Salahi Sonyel ’in açıkladığı bir belgeye göre, 23 Şubat 1922’de huzuruna kabul ettiği Ankara Hükümeti Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’in çantasındaki gizli belgeleri çaldırıp İngiltere Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbald’a gönderdi.(Salahi Sonyel; “Son Osmanlı Padişahı Vahdettin ve İngilizler.” Belleten, XLIX/154, 1975, S. 257-264.)

 Sultan Vahdettin, 19 Eylül 1919’da İngilizlerle bir gizli antlaşma imzaladı. Emperyalizm (İngilizler), bir adamı, Sultan Vahdettin’i kontrol ederek bir milleti (Türk Milletini) esir almak üzereydi. Emperyalizmin merhametine sığınan Vahdettin, 10 Ağustos 1920’de Türkiye’nin idam fermanı olan Sevr Antlaşması’nı [34] imzalattı. 21 Ağustos 1919’da Padişah Vahdettin’le görüşen J.de Robeck, (İngiliz Yüksek Komiseri) Londra’ya gönderdiği bir raporda Vahdettin’in İngiltere’ye güvenerek Sevr Antlaşması’nı kabul ettiğini belirtiyordu. (Jaeschke, age; s.7)

 İngilizler, tek adam olan Sultan Vahdettin’i kontrol ettikleri sürece, “İslam Dünyasını” kontrol edebileceklerini görüyorlar

 İstanbul’daki İngiliz temsilcilerinden Richard Webb, 19 Ocak 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanlığı’ndan Sir Ronald Graham’a gönderdiği özel mektupta şöyle diyordu; “Görünürde ülkeyi (Osmanlı ülkesi) işgal etmediğimiz halde şimdi valilerini atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işlemiş oldukları suçlara aldırmadan serbest bırakıyoruz. Demiryollarını sıkıca denetimimizde tutuyor ve istediğimiz her şeye el koyuyoruz. Politikamız süngünün kesin ucuna dayanıyor. Halife elimizin altında bulundukça İslam dünyası üzerinde ek bir denetim aracına sahibiz. Bildiğiniz gibi padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor.” (Sonyel, Gizli Belgelerde… s.12)

 İngilizler; bir adamı, Sultan’ı / Halife’yi kontrol ettikleri sürece “İslam dünyasını” kontrol edebileceklerini görüyordu.

 MADDİ HÜCUMLARA KARŞI SAVUNMAMIZ VE BUNLARA KARŞILIK VERMEMİZ KAÇINILMAZDIR

 Milli Kuvvetler (Anadolu ve Rumeli Müdafaa i-Hukuk Cemiyeti) ve son durumlar hakkında, 24 Eylül 1919 tarihinde (Sivas Kongresinden sonra) Amerikan Generali Harbord’a [35] Mustafa Kemal Paşa tarafından verilen nota ’da özetle aşağıda yazılı konular ifade edilmiştir;

 1- Kendileriyle çok uzun bir zaman bir arada yaşadığımız Müslüman olmayan yurttaşlarımız (Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vs.) konusunda en iyi niyetlerle içten duygular beslemekten ve onları da bizimle tam bir eşitlik içinde düşünmekten başka bir görüşümüz, ya da duygularımız yoktur. Kesin biçimde inanıyoruz ki, eğer ülke, içinde bugüne kadar çalışmada bulunan kötü etkiler ve telkinlerden kurtulursa, İmparatorluğun çeşitli soyları birbirleriyle tam bir barış içinde yaşayacaklar ve ortak, mesut ve refah içinde bir hayat süreceklerdir.

 2- Asil ve temiz amaçlarımız, İtilâf Devletleri ( İngiltere, Fransa İtalya vs.)  aleyhinde saldırgan niyetlerden uzaktır. Buna rağmen kendimizi, varlığımıza karşı yöneltilen, insanlık ve adalet haklarına bir tecavüz olan maddi hücumlara karşı savunmamız ve bunlara karşılık vermemiz kaçınılmaz ve doğaldır.

 

Amerikan Generali James G. Harbord

3- Bolşeviklere gelince, bizim ülkemizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, geleneklerimiz ve aynı zamanda sosyal yapımız, bütünüyle böyle bir düşüncenin yerleşmesine uygun değildir. Türkiye’de ne büyük kapitalistler, ne de milyonlarca zanaatçı ve işçi vardır. Öte yandan tarımla ilgili bir sorunumuz yoktur. Son olarak, sosyal açıdan dini ilkelerimiz Bolşevizm’i benimsemekten bizi uzak tutmaktadır. Türk milletinin bu doktrine karşı hiçbir eğilimi olmadığının ve daha da öte gerektiğinde savaşmaya hazır olduğunun en iyi kanıtı, Ferit Paşa’nın (Sadrazam Damat Ferit Paşa), Bolşevizm’in ülkede yayıldığı, ya da yayılmak üzere olduğu yolundaki gerçek dışı söylentilerine karşı milletin duyduğu korku duygusudur. Ferit Paşa hükümeti, tam anlamıyla İngilizlerin yayılma ihtirasları için biçilmiş kaftandır.

 4- İngilizler, Türk milletinin bütün haysiyet duygularından, bütün milli ve vatansever erdemlerinden aynı zamanda özgürlük ve eğitim haklarından yoksun bir sürü durumuna geldiği zaman kendilerinin isteklerine boyun eğecek bir esir sürüsü elde edeceklerine tam anlamıyla inanmışlardı. Elde etmeye çalıştıkları sonuç budur ve bunu elde etmek için aramızda sayısız entrikalara başvurmuşlardır. Bu taktiklerden birkaçını tekrarlayalım:

 5- İngilizler, Osmanlı İmparatorluğunu bölmek, Türklerle Kürtler arasında bir kardeş savaşına sebep olmak için Kürtleri, İngiliz koruyuculuğu altında bağımsız bir Kürdistan kurma plânına katmak için kışkırttılar. İleri sürdükleri tez, İmparatorluğun dağılmasının kaçınılmaz olduğudur. Bu girişimlerini gerçekleştirmek için büyük paralar harcadılar her türlü casusluğa başvurdular, daha da ileri giderek kışkırtıcılar gönderdiler. Böylece Noel isimli bir İngiliz subayı uzun bir zaman Diyarbakır’da çabalar gösterdi ve çalışmalarında sahtekârlık ve aldatmaya başvurdu. Fakat bizim Kürt yurttaşlarımız düzenlenen komplonun farkına vararak onu ve vicdanlarını parayla satan başka bir grup haini o çevreden kovdular. Diyarbakır çalışmalarında düş kırıklığına uğramış olan Mr. Noel, Bedirhan aşiretlerinden olan para vererek inandırdığı, bir grup maceraperestle Malatya’ya gitti. Burada bağımsız bir Kürdistan kurulması yolundaki girişimlerini aynı zamanda Bedirhan aşiretinden kaymakam Kamil Bey’le işbirliği yaparak tekrarladı.

 6- Merkezi Erivan olan Ermeni Cumhuriyetine karşı düşmanca hiçbir niyetimiz yoktur. Bugün için cemiyetin ( Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) bu devletlerle hiçbir ilişiği yoktur ve ilgilenmemektedir. Bununla birlikte gerçek olan şu kadarını biliyoruz ki bu yeni devletteki Ermeniler, Ermeni birliği kumandanının emirlerine dayanarak Müslüman halkı yok etmek için çalışmalarda bulunuyorlar. Bu emirlerin örneğini gözlerimizle gördük. Erivan Ermenilerinin Müslümanları yok etme politikası güttükleri ve bu kanlı vahşet dalgasının sınırlarımıza kadar genişlediği, sınırlarımızın öbür taraftan kaçan sayısız Müslümanla dolu olmasıyla da doğrulanmış oluyor. Öte yandan Erivan Hükümeti sınırın bu yanında top ateşi açarak doğrudan doğruya kışkırtıcı çalışmalara da başvurmuştur.

 7- İngilizler bu hareketlerin oluşması sırasında bir yandan Ermenilerin Müslümanlara karşı tutumlarını desteklediler. Hatta onları bu konuda kışkırttılar, diğer yandan Ermenilerin tecavüzlerini bize sayıp döktüler ve bunları tahammül edilemez hareketler olarak nitelediler ve komşu devlete (Ermenistan) saldırarak karşılık vermeye bizi zorladılar. Fakat biz gerçeğin kendini göstereceğine güvenerek Ermeni kışkırtıcılığına tahammül ettik ve İngilizlerin kızgınlıklarını anlamamış göründük. Gerçekten bizi Ermenilere saldırmaya zorlayan ve böylece kendi birliklerini o topraklara gönderebilmelerini sağlayacak bir ortam yaratmayı plânlayan İngilizlerin tutumlarını, açığa çıkarabileceğimizi düşündük.

 8- Birçok verimli ve değerli topraklar bizden zorla sökülüp alındı ve daha da ötesi kendimize en son sınır olarak ayırdığımız yerlerden başkentimiz (İstanbul) ve ülkemizin İzmir, Antalya ve Adana gibi eşsiz bölgeleri yabancı işgali altındadır. Oysaki savaşa (1. Dünya Harbi) katılmamış olsaydık, ya da hiç olmazsa katıldığımız durumda kuvvetlerimizi hırslı emeller uğrunda kullanacağımıza, akıllıca var olan sınırlar içinde topraklarımızı savunmak için kullanmış olsaydık, durumumuz hala yenilmiş insanlardaki gibi olmakla beraber şimdiki durumdan değişik olacaktı.

 9- İngilizlerin bize karşı yaptıkları suçlamaların bir başka örneği ise; Hareketimizin bütünüyle milli vasfını bozmak amacıyla İngilizler, bizim için Almanlar, ya da Bolşeviklerden, yabancı Müslümanlar, ya da İttihatçılardan, bir Enver Paşa’dan veya bilmem kimden para aldığımıza ilişkin haberler yayıyorlar. Bu söylentiler Ferit Paşa (Sadrazam Damat Ferit Paşa)  hükümetinin de işine geldiği için onlara (İngilizlere) önem verip güçlendiriyor. Gerçekte cemiyetimizin bu söz konusu olan kaynaklarla hiçbir ilgisi yoktur ve olamaz, çünkü en başından beri açıklandığı üzere amacımız, yalnızca vatanseverliktir ve açık bir yön izlemektedir.

 10- Cemiyetimiz milli bilinçten doğan, bütünüyle halis ve vatansever bir hareketin ürünüdür ve milli bir kuruluşa sahiptir. Hazinemiz, bağımsızlık ve vatanseverliğin değerini takdir etmeyi öğrenmiş olan milletimizdir. Gelirlerimizin kaynağı milletin kendiliğinden yaptığı bağışlardır.

 11- Ateşkes ’den sonra (30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi) Avrupa devletleri, Türkiye’de haklarını bilen ve bunları savunmaya hazır bir millet olmadığını düşünmekle yanılgıya düştüler. Bize ölü bir ülke ve kansız, hasta bir millete layık olan muamele uygulandı. Versay Konferansı’nda [36] anayurdumuzu paylaşmak ve bölgelerini sağa ve sola hediye etmek düşüncesi kabul edildi. Çok şükür, insanlığı yeni facialara sokmak için düzenlenen bu tutarsız kararlar ertelendi.

 12- Amerikalıların insancıl kararları sayesinde sürekli ve kalıcı bir barışın kurulabilmesi için gerekli ortamın bulunacağına ilişkin sarsılmaz bir güven besliyoruz. Hiç şüphemiz yok ki uygarlık, hak ve adaleti temsil eden Amerika milleti ve Amerikan Meclisi, tertemiz yürekli Türk halkı ve onun uygarlığa bağlılık ölçüsü konusunda yeterince aydınlanmıştır. Ve geleceği üzerinde en etkili, tarafsız, adaletli ve elverişli karaları alacak ve bizi şükran duyguları içinde bırakacaktır.

 13- Türk milleti bin yılı aşkın bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahipti. Bu, eskiye ait kalıntılarla tespit edilmiştir. Osmanlı Devleti’ne gelince, bu devlet, yedi yüzyıldır yaşamaktadır ve görkemli geçmişi ve tarihi ile övünebilir. Biz, gücü ve yüceliği bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika kara parçalarında tanınan bir milletiz. Cesur savaşçılarımız ve ticaret gemilerimiz, okyanusları aşmışlar ve bayrağımızı Hindistan’a kadar götürmüşlerdir. Yeteneklerimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ve dünyaca bilinen egemenliğimizle kanıtlanmıştır.

 14- Ama son yüzyıl boyunca Avrupa güçlerinin başkentimizdeki (İstanbul) entrikaları ve bu entrikaların sonucunda bağımsızlığımıza karışmaları, ekonomik yaşamımızı engelleyici düzenlemeler, yüzyıllarca birlikte kardeşçe yaşadığımız Müslüman olmayan halklarla aramızda ektikleri nifak tohumları ve bu durumlara ek olarak hükümetimizin (Osmanlı) zayıflığı ve bunun sonucu olan kötü yönetim… Çağdaş seviyede gelişme ve refah yolunda ilerlememize engel oluşturdu.

 15- Bugün içinde bulunduğumuz acı durum, hiçbir zaman bizim temelden yeteneksizliğimizi ya da çağdaş uygarlığa uyum sağlayamadığımızı ifade etmez. Bu, bütünüyle yukarıda sayılan birbirine zıt sebepler yüzünden ortaya çıkmıştır. Eğer ülkemiz yabancıların entrika ve müdahalelerinin kâbusundan kurtarılırsa ve ülkenin sorunları milli irade ve isteklere saygı duyan güçlü bir hükümetçe yönetilirse, ülkenin, bütün dünya için sevinç kaynağı olacak bir duruma geleceğine ilişkin en kesin güvenceleri verebiliriz.

 16- Bizi, kurbanı olduğumuz haksız baskıdan kurtarmak ve kalkınmamızı hızlandırmak yolunda güçlü ve tarafsız bir yabancı milletin yardımının, bizim için çok değerli olacağını ayrıca belirtmek isteriz. Milliyetçilik ilkesini temsil eden Wilson doktrini ve Amerikan milletince gösterilen ve doktrinin başarısını garantiye alan doğruluk ve insanlık ruhu bize, büyük ümitler veriyor.[37]

 BÖYLE BİR BÜYÜK YIKIMIN SORUMLULUK YÜKÜ, İTİLÂF DEVLETLERİNE AİT OLACAKTIR

 Ayıntap (Antep), Maraş, Urfa’nın Fransızlarca işgali üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına 16 Kasım 1919 tarihinde çektiği protesto telgrafında özetle;

 “…İngilizlerce ateşkes şartlarına aykırı olarak işgal edilmişken sonradan boşaltılan Ayıntap (Antep), Maraş ve Urfa’yı bu kez Fransızlar işgal etti. Bundan anlaşıldığına göre İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya vs.), milletimizi, vatanımızın en güzel parçalarından (topraklarından) yoksun bırakmak konusundaki tasarı ve görüşlerinden bir türlü vazgeçmiyorlar. Yurdumuzdan koparılacak parçalarla aralarında çıkar dağıtımına çalışıyorlar. Türkiye'nin paylaşımına yol bulmak amacıyla Yunanlılara işgal ettirilen Aydın vilayetindeki insan soy kırımı, baskı ve yok etme facialarının şimdi de Ermenileri kullanan Fransızların işgal ettiği Adana vilayetinde, Maraş, Urfa ve Ayıntap ’ta (Antep) olduğu gibi sürdürülmesi, bütün bu siyasi haksızlıklara bir ekleme oluşturuyor. İtilâf Devletleri’nin bugüne kadar yapmış ve yapmakta olduğu haksız işlemleri bütün gücümüzle protesto eder ve onların ülkemiz ve milletimiz için daha insancıl ve daha adaletli duygularla geri dönmelerini dileriz.

 Milletimizin bölünmeyi ve esareti kabul etmektense bütün maddi ve manevi gücüyle varlığını ve doğal haklarını savunmada kararlılığını sürdürüp, dayanacaktır. Bu meşru ve yüce kararda milletimizin,  bütün anlamıyla birlik olduğundan itilâf Devletleri’ni haberdar etmek isteriz. Bu konuda milletimizin yükselen sesini duymak istemeyerek, tutulan insancıl olmayan yolda direnmenin verebileceği sonuç pek acı olabilir. Bu durumun yalnız birkaç ülkeye değil, belki iki büyük dünyaya yayılmasından korkulur. Doğal olarak böyle bir büyük yıkımın sorumluluk yükü, Allah’ın ve insanlık âleminin önünde İtilâf Devletleri’ne aittir. Bu sözlerimizle varlığını koruma hakkından başka bir amaç takip etmeyen milletimizin birlik olmak amacını dile getirmiş oluyoruz. Meşru haykırışımızın bütün haksızlıkları kabul etmeyeceklerine emin bulunduğumuz Avrupa ve Amerika milletlerine ulaştırılmasını isteriz.[38] Demiştir.

 SEBEP OLUNMADIKÇA SİLAHLI SALDIRIDA BULUNULMAYACAKTIR

 Ermeni ve Fransızlar tarafından sebep olunmadıkça silahlı saldırıda bulunulmamasına ilişkin olarak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından, 8 Aralık 1919 tarihinde Urfa Müftüsü Hüsnü Efendiye çekilen telgrafta özetle;

 “…Urfalıların dini sağlamlığı kutsal Halifelik makamına sıkı bağlılıkları ve kutsal vatan uğrunda her fedakârlığı göze alacak vatanseverlikleri, tarihi bir gerçektir. Vatanımızı haksız olarak işgal etmiş olan Fransızların durumları geçici olup, davamızın hak olmasından dolayı koruyucu Allah’ın yardımıyla oraların tamamı ile boşaltılacağına güçlü itimadımız vardır. Bu konuda etkili politik girişimlerde bulunulmuştur. Böylece, Ermeni veya Fransızlar tarafından sebep olunmadıkça tarafınızdan silahlı saldırıda bulunulmamasını önerir ve fakat vatanın geleceğinin dayanağı olan milli birliği sağlamlaştırma ve milli teşkilatımızı genişletme ve güçlendirmeye son derece sebatla çalışılmasını, din ve namusun kurtuluşu için dileriz. Gerekirse zamanında icap edenlere özel direktif verilecektir.” [39] Denilmiştir.

 SADRAZAM DAMAT FERİT PAŞA İLE İNGİLİZLER ARASINDA YAPILAN GİZLİ ANLAŞMA

 Sadrazam Damat Ferit Paşa ile İngiliz delegeleri arasında İstanbul’da 2 suret halinde düzenlenen ve Padişah’ın (Sultan Vahdettin) onayına sunulan… 12 Eylül 1919 tarihli gizli anlaşma ile ilgili olarak Temsil Heyeti (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) adına 15. Kolordu Komutanlığına gönderilen 12 Aralık 1919 tarihli kişiye özel telgrafta özetle aşağıdaki konular bildirilmiştir;

 1- İngiltere Hükümeti kendi mandası altında Türkiye’nin bütünlük ve bağımsızlığını üstlenir.

 2- İstanbul, Halifelik ve Saltanat merkezi olacak ve Boğazlar İngiltere’nin denetim ve kontrolüne bağlı tutulacaktır.

 3- Türkiye, bağımsız bir Kürdistan kurulmasına engel olmayacaktır.

 4- Bunlara karşılık Türkiye, İngiltere’nin Suriye ve El Cezire’deki (Sudan) egemenliğini, gerektirdiğinde fiili yardımlar yaparak sağlayacak ve Halifeliğe ilişkin manevi güç ve yetkilerinin, İngiltere’nin gerek Suriye bölgesiyle ve gerekse İslâmların yerleşmiş olduğu öteki yerlerde kullanılmasını taahhüt eder.

 5- Milli cereyanların (Kuva-i milliye) önüne geçebilmek için Türkiye’de yeniden kurulacak olan yarı meşruti yönetime karşı meydana gelebilecek tepkileri, İngiltere hükümeti yatıştırmak için bir güvenlik kuvveti ayıracaktır.

 6- Türkiye, Mısır ve Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından vaz geçecektir.

 7- Barış koşullarının kararlaştırılmasından sonra Padişah, dördüncü maddedeki hususları genişletmek için İngiltere hükümetiyle ayrıca bir sözleşme yapacaktır.[40]

YUNANİSTAN, İZMİR’İ ÜLKELERİNE KATMAYA HAZIRLANMAKTADIRLAR

 Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, 31 Aralık 1919 günü komutanlara gönderdiği telgrafta özetle;

 “…Yunanlılar, İzmir ve çevresinde milli bir ordu vücuda getirerek Paris Barış Konferansı’nın [41] tahliye kararı vermesi durumunda bile ayaklanarak işgali (Yunanistan 16 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmiştir.) sürdürmeye karar verdikleri, bundan başka Yunanistan’ın daha şimdiden İzmir’i resmen ülkelerine katma merasimine hazırlandığı anlaşılmaktadır.

 Böyle bir duruma karşı bütün kuvvet ve araçlarımızla Yunanlıları vatanımızdan atmak zorunluluğu karşısında kalacağız. Birliklerin savaş durumu ve diğer konulardaki eksikliklerinin giderilmesi için şimdiden gereken her türlü önlemler ve düzenlemelere başvurulacaktır.” [42] Demiştir.

 KİLİS’İN FRANSIZLAR TARAFINDAN İŞGALİ

 Kilis kasabasındaki Fransız işgal birliği kumandanının İslâm kardeşlerimize (Kilis halkına) yayınladığı aşağıdaki beyannamede ile ilgili olarak, Mustafa Kemal Paşa’nın, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine, 4 Ocak 1920 tarihinde gönderdiği telgrafta;

 “…Vahşi kavimlere bile bu yüzyılda uygulanmasını insanlık yüreğinin bile kabul etmeyeceği bu acımasızca önlemlerin (aşağıda yazılı), bütün merkez kurullarınca protesto edilmesi önerilir.” Denilmektedir.

 1- Ne için taşıdığını soruşturmaya bile gerek görmeksizin üzerinde rovelver  (toplu tabanca) bulunan bir adamın (Kilis halkı) sorgusuz ve cevapsız kurşuna dizilmesi,

 2- Kargaşalık çıktığında ölecek veya yaralanacak bir Fransız erine karşılık yerliden (Kilis halkı) iki adamın kurşuna dizilmesi ve bunların da kura ile seçilmesi,

 3- Bir evden silâh atılırsa o evin yakılması,

 4- Osmanlı hükümeti memurlarının böyle bir durum (Kilis halkı tarafından düşmana karşı yapacağı direniş) ortaya çıktığında, hemen yönetim hakkı ve egemenliklerinin sona ermesi ve sokakların mitralyöz (çok namlulu makineli tüfek) ve bomba ve gazlı mermilerle ateş altına alınması.[43]

 İZMİR’İN YUNAN İŞGALİNE KARŞI PROTESTO EDİLMESİ

 İzmir’in Yunanistan’a katılması hazırlıklarının protesto edilmesi konusunda Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından, Sivas Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığına gönderilen 7 Ocak 1920 tarihli telgrafta özetle;

 “…İzmir’in Yunanistan’a katılmasını çabuklaştırmak amacıyla hazırlıklarda bulunulmakta olduğu doğrulanmaktadır. Oldubitti durumunda, büyük mitingler ve protestolarla Aydın cephesindeki Milli Kuvvetlerin saldırıya geçmesi gereği bildirilmiştir.

 İtilâf Devletleri adına yapılan Yunan işgalinin, Müttefik Araştırma Heyetlerinin açıklamalarına göre yağma, yıkma, saldırı, yok etmekten oluşan vahşiliklere sebep olduğu ve bu durumun bütün şiddetiyle sürmekte olduğu… Milletin bu haksız işgallere, bu vahşi kana susamışlara karşı meşru olarak başladığı mücadeleye devamının pek doğal olduğu ve bu durumun sürmesi ile ülkemizin türlü araçlara başvurmaya zorunlu kalacağı ve bunun ise dünyanın esenliği için tehlikeli olacağı ve bundan doğacak sorumluluğun doğrudan doğruya işgale karar verenlere ve düzenleyenler ait olacağı… Anadolu’da ikinci bir Makedonya oluşturmaya kesinlikle izin vermeyeceğimizi, bu sebeple bu haksızlığın bir an önce düzeltilmesi ile işgalin çabukça kaldırılması gibi esasların yer alması uygun görülmektedir.” [44] Şeklinde ifade edilmektedir.

 MARAŞ’TA SİLAHA SARILAN TÜRK KADINI

 Sivas Kadınlar Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine gönderilen 3 Şubat 1920 tarihli telgrafta Mustafa Kemal Paşa;

 “…Maraş’ın Kabaili mahallesinde oturan Bitlis Defterdarının eşi olan hanım, İslâmların haksız yere kanlarının akıtılmasından ve birçok ocakların söndürülmesinden duygulanarak evinden açtığı mazgaldan, dindaşlarımızı yok etmek için İslâm mahallerine saldıran düşmanlara ateş açarak, akşama kadar sekiz düşmanı öldürmeyi başardığı… Ve akşamüzeri erkek elbisesiyle ve büyük cesaretle ırz ve can kaygısıyla silahına sarılmış bulunan İslâm savaşçıları kesimine katılarak, fiili olarak çarpışmalara katılmakta olduğu bildirilmiştir.” [45] Demiştir.

 İTİLÂF DEVLETLERİ’NE TESLİM OLMAK DURUMUNDA TÜRKLER İÇİN ÖLÜMDEN KURTULMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR

 Şubat 1920’de genel siyasi durum ile ilgili olarak, temsil heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından Kumandanlıklara Ankara’dan gönderilen 5 Şubat 1920 tarihli telgrafta özetle aşağıdaki yazılı hususlar bildirilmiştir;

 1- Bugün işgal altında bulunan Kilikya,[46] Urfa ve Maraş çizgisi ve Aydın vilayeti ile Antalya sahil ve limanlarının işgal eden devletlere bırakılması ve Boğazların İngiliz egemenliğine verilmesi amaçlanmaktadır. Boğazların İngiltere’ye bırakılması, bütün Türkiye ve Karadeniz hâkimiyetinin İngiltere’ye bırakılması demektir.

 2- Türkiye’nin direnme sebepleri yok etmek önlemleri, Türkiye’nin kesin bir biçimde sarılması ve kuşatılmasıdır. Türkiye, bugün Ege Denizi ve Karadeniz kıyılarında ve Avrupa cephesinde kuvvetli bir şekilde kuşatılmıştır. Suriye cephesi Hicaz’dan İskenderun’a kadar İngiltere ve Fransa tarafından kuvvetle, ihtiyaçla, bozgunculukla ve halkın kadere boyun eğmesi ile kuşatılmış sayılabilir. Mesafeler geniş, ulaşım imkânsız, milletler anlayıştan uzak ve aslında memleketin içi de işgal altındadır.

 3- Eğer Kafkas (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Dağıstan gibi) milletlerinin bize karşı bir set görevini almasıyla ülkemiz kuşatılırsa, artık Türkiye için direnme sebepleri temelinden yıkılmış olur. Ondan sonra politik varlıklarını bütünüyle yitirebilecek olan Anadolu Türkleri, İtilâf Devletleri subayları kumandası altında sömürge askeri olarak ordular kuracak, hem Kafkasya milletlerinin İtilâf Devletleri’nin itaatinde tutulmasını ve hem Bolşevik (Sovyet Rusya) yayılmasının durdurulmasını sağlamak için kan dökeceklerdir. Bu durumda İtilaf Devletleri’ne kesin teslim olma durumunda Türkler için ölümden kurtulmak mümkün değildir.

 4- Böylece Kafkas settinin yapılmasını Türkiye’nin kesin olarak yok edilmesi projesi sayarak, bu setti İtilâf Devletleri’ne yaptırmamak için en son vasıtalara başvurmak ve bu uğurda her türlü tehlikeleri göze almak zorundayız. Direnme sebeplerimizi yok edecek önlemlerin ikincisi, fiilen var olan ortak yönetimden (Osmanlı Hükümeti) yararlanarak, Türkiye’yi içten oyarak yıkmaktır. Bu konuda ülkede var olan politik bozgunculuk, İtilâf Devletleri’nin elinde en iyi bir vasıtadır. İtilâf Devletleri bu araçtan ve kimi makamların kesin teslim olma eğiliminden yararlanarak çalışmaktadır. Gerçekte ilk iş, Milli Kuvvetlerin dağıtılması ve Türkiye’nin elinde kalan silâh ve cephanenin yararlanılamaz duruma getirilmesini öncelikle sağlamaktır. Birinci aşamada Kafkasya Planını ve ikinci aşamada içerden yıkmayı sağlayacak zamanı, İtilaf Devletleri ancak zayıf, korkak hükümetlerden yaralanarak sağlayabilirler.

 5- İtilâf Devletleri, İstanbul’un görmeye değer olan bütün kişileriyle, içerde ve dışarda akla gelebilecek bütün çevrelerle vasıtalı olarak temas kurarak, millete sürekli olarak kapalı ve gerçek dışı umutlar telkin etmektedirler. Bu telkinler de güçsüz bir hükümetin verdiği zamanı artırmakta ve kolaylaştırmaktadır. Böylece kazanılan zamanlardan yararlanarak İtilaf Devletleri sonunda Türkiye’nin kuşatılması ve içerden yıkılması önlemlerini tamamlayacaklar ve ondan sonra maskelerini birden bire atarak, İstanbul’da geniş ölçüde tutuklamalara başlayacaklar aynı zamanda ölüm cezası niteliğinde barış şartlarını bildireceklerdir. İşte 5 Şubat 1920’de zararımıza uygulanmakta olduğunu gördüğümüz plân budur.

 6- İtilâf Devletlerinin yukarıdaki plânına karşı alınacak önlemler olarak;

 Doğu cephesinde resmi, ya da resmi olmayan savaşlar yaparak Kafkas settini arkadan yıkacak toplantılara başlamak, yeni Kafkas hükümetleriyle ve özellikle Azerbaycan ve Dağıstan İslâm hükümetleriyle acilen temas kurmak, Bolşeviklerle anlaşmak ve içerde milli teşkilatı son derece genişletip, geliştirerek silah, cephane ve gereçlerimizi vermemek için silâh kullanmaktır. En önemli görev ise, İtilaf Devletleri’nin zaman kazanmasına imkân vermemek ve onun maskesini atıp, ülkenin bütün direniş güçlerini birleştirmektir.  Bunu ancak durumu bu şekilde değerlendiren kesin karar sahibi bir hükümet yapabilir. Eğer böyle bir hükümet kurmak imkânı yoksa üzüntü vericidir ki ümitli olmaya sebep görülmüyor. Aldanmayarak bu durumu şimdiden gözlemlemeli ve kabul etmeliyiz. [47]

 İŞGAL KUVVETLERİ İLE YAPILAN MİLLİ MÜCADELE

 Maraşlıların kahramanlıkları ve Bandırmada İngilizlere karşı elde edilen başarılar konusunda, Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Merkez Heyetine gönderdiği 12 Şubat 1920 tarihli telgraf aşağıdadır.

 1- Uğradıkları zulüm ve yolsuzluklara karşı kahraman Maraşlı kardeşlerimizi yirmi güne yaklaşan bir süredir kan ve ateşler içerisinde işgalci Fransızlarla, onların silahlandırıp saldırttıkları kan dökücü Ermenilerle uğraşmakta idiler. 10/11 gecesi (10/11-Şubat 1920) düşmanı İslahiye yönünde çiğneyerek, kaçmaya zorlayarak, milli varlıklarını elde etmeyi başarmışlardır.

 2- Aşağılık gerekçelerle Bandırma’yı işgal eden İngilizler, kesin milli girişimler sonunda Bandırma’dan askeri kuvvetlerini çekerek, bu haksız işgale son vermek zorunda kalmışlardır. Eskişehir’de bulunan İngiliz kuvvetleri, işgal ettikleri binaları boşaltarak, eşyalarını hazırlamaktadırlar. İstasyonda 50 askerden oluşan bir müfreze bırakarak, İstanbul’a gideceklerini söylemişlerdir. Milli kararlılık ve Milli Kuvvetlerin fedakârlıkları ile elde edilen bu başarıları müjdeler ve bütün vatanımızın kurtarılması ve milli bağımsızlığımızın geri alınmasını dileriz efendim.[48]

 URFA HALKININ İŞGALCİ FRANSIZLARI TOPRAKLARINDA PÜSKÜRTMESİ

 Urfa’da Fransız karargâhına Türk Bayrağının çekildiğine dair Mustafa Kemal Paşa’nın 3’üncü Kolordu Kumandanlığı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Sivas Merkez Heyeti Başkanlığına çektiği 13 Şubat 1920 tarihli telgraf ise;

 1- 9/10 Şubat 1920 gecesi Urfa halkının, Fransız siyasi hâkiminin karargâhına saldırarak Fransızların püskürtüldüğünü ve Fransız bayrağının indirilerek yerine Osmanlı bayrağının çekildiği,

 2- Bütün Urfa halkının Milli Kuvvetlere katıldığı, yerinden bildirilmiştir. [49]

 MARAŞ’TAKİ KARDEŞLERİMİZİN, KANI HȂLȂ ACIMASIZ BİR ŞEKİLDE AKITILMAYA DEVAM ETMEKTEDİR

 Maraş, Urfa ve çevresindeki Türk halkına, Fransızlar ve Ermeniler tarafından acımasızca yapılan kıyım ile ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa’nın 3’üncü Kolordu Kumandanlığı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Sivas Merkez Heyeti Başkanlığına çektiği 13 Şubat 1920 tarihli telgrafta;

 “…Maraş’taki kardeşlerimiz, günahsız ve suçsuz. Kanı hâlâ acımasız bir şekilde akıtılmaya devam etmektedir. Uygarlık maskesine gizlenen Fransızlar ve onlara öncü olan Ermeniler, Urfa ve çevresinde İslâm halkı üzerinde zalimce kıyımlara başlamışlardır. İnsanlık tarihi sayfalarını kirletecek olan bu acımasızlığa hızla son verilmesi, haince bir şekilde zorla alınan sevgili memleketimizden, İşgalin kaldırılması için büyük mitingler yapılarak ilgili Osmanlı makamlarına ve İstanbul’da bulunan tarafsız devletlerin elçilerine ve İtilaf Devletleri temsilcilerine, barış konferansına telgraflarla üst üste başvuruda bulunulması önemle rica olunur.” [50] Denilmiştir.

 ERMENİLER, BİNLERCE GÜÇSÜZ ve SUÇSUZ ANNE ve ÇOCUKLARINI ÖLDÜRMÜŞLER ve YOK ETMİŞLERDİR

 Mustafa Kemal Paşa’nın, Osmanlı Devleti’nin Harbiye Nazırı [51] olan Fevzi Paşa’ya (Mareşal Çakmak) gönderdiği 20 Şubat 1920 tarihli telgrafta özetle;

 “…Güney işgal bölgelerindeki Fransız kuvvetlerince silahlandırılan Ermeniler, Fransa himayesinde düzenlenerek bulundukları yerlerdeki İslamlara saldırmakta ve öç almak düşüncesiyle, her yerde acımasızca soy kırım ve imha siyasetine yönelmektedir. Maraş olayları ve faciası, bu sebepten dolayı çıkmış ve General Keret’in Fransız kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve mitralyözlerle Maraş gibi eski bir İslam beldesini yerle bir etmişler ve binlerce güçsüz ve suçsuz, anne ve çocukları öldürmüşler ve yok etmişlerdir. Tarihte örneği geçmeyen bu vahşiliğin faili Ermeniler olup, Müslümanlar, ancak onurlarını korumak ve yaşamak için direnme ve savunmada bulunmuşlardır.

 Yirmi gün süren Maraş soy kırımında Müslümanlarla birlikte kentte kalan Amerikalıların bu olaylar konusunda Amiral Bristol’a [52] çektikleri telgraf, faciaya neden olanları yalanlanamaz biçimde ortaya koymaktadır. Ermenilerin öç almak düşünceleri ve saldırıları sonucu ortaya çıkmış bazı olaylar var ise, bunun sorumluluğu milletimize değil, özellikle Ermeni milletine ve onun kışkırtıcılarına ait olmak gerekir.

 Adana vilâyeti içinde Müslümanların, Fransızlar tarafından tepeden tırnağa silahlandırılan Ermeni süngülerinin tehdidi altında her dakika soykırıma uğrayacak bir durumda kalmaları, durumu açıklamaya yeterlidir kanısındayım. Hayat ve istiklâlinin korunmasından başka bir şey istemeyen İslâmlara karşı uygulanan bu zulüm ve imha siyaseti, uygar hükümetlerin ilgilerini ve insafını harekete getirecek bir nitelik kazanmıştır.

 Yalnız İstanbul’un değil Boğazların ve İzmir, Adana ve çevresinin de Osmanlı egemenliği içinde kalması gerektiği, Milli Hareketlerin hemen durdurulmasını isteyen İngiliz Siyasi Temsilciliği’ne, sizin tarafınızdan bildirilmiş olacağından şüphe duymayarak ve milli emeller içinde bir barışın yapılmasında başarılı olmanızı dua eder, saygılarımızı sunarız. Efendim.” [53] Demiştir.

 İŞGALCİ İTİLÂF DEVLETLERİNİN ÜLKEMİZDEKİ KUVVETLERİ VE ANZAVUR AYAKLANMASI

 Mustafa Kemal Paşa’nın, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyasi durumu ile ilgili olarak Rauf Orbay, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve diğer kumandanlıklarına gönderdiği 25 Şubat 1920 tarihli telgrafta özetle;

 “…İtilâf Devletlerinin ülkemizdeki kuvvetleri bildiğiniz gibi İngilizlerin İstanbul’da iki kolordu, İngiliz ve Fransız, altı bin kadar İtalyan ve Yunan ki, toplam yüz bin kişi kadardır. Ayrıca Çanakkale Boğazı’nın her iki tarafında karma bir tümen, İzmir işgal bölgesinde sekiz Yunan tümeni ve Fırat nehrinin batısındaki Kilikya (Maraş-Adana-Mersin gibi) bölgesiyle Fırat nehrinin doğusundaki işgal bölgesinde (Urfa ve civarı gibi) 1-2 Fransız tümeni vardır. Kilikya’ya daha dört Fransız tümeninin gelmekte olduğu söylenmektedir. Kuşadası, Antalya ve Konya bölgesinde bir İtalyan tümeni olup, Anadolu ve Rumeli demiryolu üzerinde küçük birlikleri vardır. Boğazlarda önceden bulunan savaş gemilerinden başka bu kez dretnot (Top ve makineli tüfeklerle donatılmış yeni ve modern zırhlı savaş gemisi) ve dört büyük destroyer (orta çaplı toplarla donatılmış,  hızlı, yüksek manevra kabiliyetli, zırhlı savaş gemisi) ile küçük savaş gemilerinden oluşan İngiliz Akdeniz filosu da İstanbul’a ulaşmıştır.

 Yunan işgalini kuzeyden durdurmayı başaran Balıkesir cephesinin arkasında, Karabigali çevresinde Ahmet Anzavur [54] kumandasında kuvveti günden güne çoğalmakta olan sekiz yüz kişilik bir çete ile de, düşmanlar faaliyete geçmişlerdir. Merkezi Hükümet, milleti her yönden güçten düşürecek yabancı tekliflerini derhal kabul ederek, gereğini yapmaya başlamaktadır. Milli Kuvvetlerin dağılmalarına sebep olacak genelgeler yaymaktadırlar. Asla mevcut olmayan Ermeni kırımının durdurulması ve Yunan kuvvetlerine karşı Milli Kuvvetlerin hareketlerinin hemen durdurulması konusunda İngiliz teklifini, Savaş İşleri Bakanımız (Harbiye Nazırımız – Osmanlı Devleti) olduğu gibi kabul ederek genelge etmiş ve On üçüncü Kolordudan bu genelgenin uygulandığına dair de bilgi istemiştir.[55] Denilmiştir.

 

Ahmet Anzavur

ANZAVUR AYAKLANMASI İÇİN İNGİLİZLERDEN BEŞ BİN İNGİLİZ ALTINI ALINMIŞTIR

 Anzavur ayaklanması ile ilgili olarak, Mustafa Kemal Paşa tarafından Kumandanlıklara gönderilen 29 Şubat-2 Mart 1920 tarihli telgrafta özetle,

 “…Biga olayı ve Ahmediye (Ahmet Anzavur) teşkilatını (Cemiyeti) yönetenler: Tayyar Paşa, Nigehban’dan [56] Binbaşı Hüsnü Bey, Topçu Binbaşı İsmail Hakkı Bey, Çerkez Bekir, Adapazarlı Çerkez Kâmil, Kirmastılı (Mustafa Kemal Paşa) Çerkez İdris, Emekli Binbaşı Çerkez Hüseyin Bey, Harp Okulu Taktik öğretmenlerinden Kurmay Binbaşı Hayri Bey, Kürt Mustafa Paşa Kiraz Hamdi (Paşa), Dava Vekili Fuat, Şükrü Refii, Cevat, Kemal Paşa damadı Doktor Esat, Zeynel Abidin, Sadık Bey, Kadri Pehlivan, Eskişehir eski Mutasarrıfı Sami, Ali Kemal, Ali Hikmet Beylerdir. Teşkilat için gerekli para İngilizler tarafından şimdilik Biga için doğrudan doğruya Şah İsmail’e verilmiştir. Yedi torbada beş bin İngiliz altını almıştır. İstanbul’da Hürriyet ve İtilaf’a,[57] Sait Molla’ya ve Pehlivan Kadri’ye İngilizler, teşkilat için çok para vermişlerdir. Biga bölgesinde halkın elinde bulunan bütün silahların bu teşkilat için Anzavur’a verilmesini İngilizler uygun görmüşlerdir.” [58] Demiştir.

 AHMET ANZAVUR BU ÜLKEYE BÜYÜK BELȂ OLMUŞTUR

 Ahmet Anzavur ’un hainliği ile ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Kastamonu Valiliğine gönderdiği 6 Mart 1920 tarihli telgraf ’ta özetle aşağıdaki konular bildirilmiştir;

 1- Milletin geleceğinin belirleneceği şu önemli anda ihtiraslı birtakım kanlı ellerin yalnızca çıkar sağlamak amacıyla yabancı para ve parmağı ile milli varlığı ve ülke namusu ve bağımsızlığı için savaşan milletin çocuklarını birbirine kırdırmak için İslâm milletinden sayılmayan Anzavur ve ayaktaşlarının ülkeye belâ olduklarını büyük bir üzüntü ile görmekteyiz.

 2- Artık ülkenin alçak açgözlülük yüzünden bu ana kadar sürüklendiği yıkımlar yeterlidir. İğrenç bir parti (Hürriyet ve İtilâf Partisi) etkisiyle yaşamayacak, ancak milli birlik içinde yaşayacaktır.

 3- Böyle vatansızları bütün varlığımızla basın dünyası önünde protesto ederek bir an önce yola getirilmeleri ve kanunun pençesine verilmeleri için hızlı önlemlerin alınması konusundaki aydınlatmaları, basının sütunlarında görmek için halk adına Belediyelerden, Müdafaa-i Hukuk Teşkilatlarından, İstanbul’daki namuslu basına yazılmalıdır. [59]

 İZMİR VE İSTANBUL’DA Kİ YUNAN VE İNGİLİZ İŞGAL GÜÇLERİNİN GÖSTERİ YAPMALARI ve BU ARADA OSMANLI

HÜKÜMETİNE NOTA VERMELERİ

 Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından 3’üncü Kolordu Kumandanlığına ve Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine 27/28 Şubat 1920 tarihinde gönderilen haberde özetle aşağıdaki konular ifade edilmiştir;

 1- Yunan Generali Milyotis 23 Şubat 1920’de İzmir’de kent içinde mızıkalarla ve bir atlı alayı ile dolaşarak gösteri yapmıştır. Bu gösteriye İzmir’deki İngiliz generali Hambury de katılmıştır.

 2- 23/24 Şubat 1920’de Yunanlılar İzmir’de cephelere pek çok silahlar ve cephane, asker göndermekle uğraşmışlardır.

 3- Yunanlılar Bozdağ’ını aşarak Alaşehir’i elde etmek için Ödemişteki kuvvetlerini yirmi beş bine çıkarmışlardır.

 4- Birkaç gün önce İstanbul limanına gelen altı dretnottan (zırhlı savaş gemisi) oluşan Birinci Atlantik filosundan iki bin asker çıkararak, mızıkalarla Beşiktaş ve Beyoğlu semtlerinde gösteriler yapmışlardır.

 5- İtilaf Devletleri temsilcileri İstanbul’da Merkezi Hükümete (Osmanlı) verdikleri iki nota ile İzmir’de Yunanlılara karşı savunmada bulunan Milli Kuvvetlerin, işgal ettiği çizgiden üç kilometre geriye alınmasını… Yunanlılar İtilaf Devletleri arasında bulunduğundan onlara saldırmanın mümkün olmadığını ve Akbaş cephanelerinden gönderilen silah ve cephane miktarlarına göre İstanbul’daki depolarımızdan bol miktarda cephanenin İtilâf Kuvvetlerine verilmesini istedikleri haber alınmıştır. [60]

 İNGİLİZLER ÜLKE HALKINI BİRBİRİNE KARŞI KIŞKIRTMAKTADIRLAR

 İngilizlerin kendi askeri kıyafetine soktuğu kişilerle (Türk) ilgili, Mustafa Kemal Paşa’nın 3 Mart 1920 tarihinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Sivas Merkez Kuruluna gönderdiği telgrafta özetle;

 “…İngilizlerin kendi askeri kıyafetlerine soktukları bazı kişiler, kendi torpido ve vapurlarıyla çeşitli kıyılara çıkardıkları ve deniz kuvvetlerini, ülkede kargaşa ve fesat çıkaracak adamların taşınma ve hizmetine ayırdıkları ve yine aynı amaçla bazı kişilere, ya da gruplara paraca yardımda bulundukları görülüyor. Bundan amaç, milli birliğimizi bozarak, ülke halkını birbirine karşı kışkırtarak, oluşacak kargaşa ve bozgunculuktan yararlanarak, hayati geleceğimizi istedikleri gibi düzenlemekte serbest kalmak olduğu açıktır.

 Hayat ve geleceğimizle ilgili olan bütün İslâm dünyası önünde gerektiğinde protesto edilerek, karşı etkilemelerde bulunmak üzere İngilizlerin işbu taşıma ve yardımlarının durumu ve meydana geldiği zamanla ilgili kişilerin kimlikleri ve özetle belge olarak kabul edilebilecek güvenilir bütün kanıtların bildirilmesi rica olunur.” [61] Şeklinde bildirilmektedir.

 İNGİLİZLER, AHMEDİYE CEMİYETİ İLE ANLAŞIYOR

 İngilizlerin Ahmediye Cemiyeti ile anlaşması ile ilgili olarak 8 Mart 1920 tarihli 15’inci Kolordu Kumandanlığına (Kâzım Karabekir Paşa) gönderilen şifre ’de özetle;

 “…İngilizler Ahmediye Cemiyeti (Ahmet Anzavur) ile resmi olarak anlaşmış ve ihtilalci düzenlemelerin ilk eserleri görülür görülmez gerek para, gerek silahlar ve savaş gereçleri konusunda kendilerine geniş ölçüde yardım edeceklerini ve suikast düzenlemelerine kesinlikle göz yumacaklarını ve kaçmalarını da kolaylaştıracaklarını açıklamışlardır. Lloyd George [62] aşırı derecede Türk düşmanıdır.” [63] Şeklinde bildirilmiştir.

İngiltere Başbakanı Lloyd George

İNGİLİZLER İSTANBUL’U İŞGAL EDİLİYOR

 İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesi konusunda bütün Valiliklere, Kumandanlıklara ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine, Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından çekilen 16 Mart 1920 tarihli telgrafta özetle;

 1- İngilizler, İstanbul’daki hükümet dairesini zorla işgal ederek ve telgraf makinelerine el koyarak Anadolu ile başkentin haberleşmesini kesmişlerdir.

 2- İngilizlerin, milletimizi aldatmak için çekecekleri telgraflar konusunda herkesin ilgisini çekeriz.[64] Denilmiştir.

 TEMSİL HEYETİ ÜYELERİ TEŞKİL EDİLİYOR

 Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından, Temsil Heyeti üyeleri hakkında, 15’inci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya çekilen 16 Mart 1920 tarihli telgrafta;

 “…Temsil Heyeti’nde hâlâ üye olarak görev yapanlar benden başka Hakkı Behiç Bey, Müftü Rifat (Börekçi) Efendi, Mustafa Bey, Hüsrev Bey, Hacı Bayram, Şeyh Şemsettin Efendi, Konya ileri gelenlerden Rifat Bey… Hanefi oğlu Mehmet Efendi, Ankara Dârülhikmet-ül İslâmiye Şubesi üyelerinden Hasan Efendi, Yahya Galip Beyefendi, Fuat  (Cebesoy)Paşa Hazretleri ve Kastamonu eski Vali Vekili Ferit Beydir. Kurulun şimdilik geçici bir biçimde güçlendirilmesi için yakınlık ve komşuluk göz önüne alınarak, bugün gereğine başlanılmıştır efendim.” [65] Şeklinde belirtilmiştir.

 DEMİRYOLLARI VE TELGRAF TELLERİNİN GÜVENCE ALTINA ALINMASI

 İngilizlerin İstanbul’u ve Osmanlı Hükümeti’ni işgal etmeleri üzerine uygulanması gereken işlerle ilgili olarak 15’inci Kolordu Kumandanı Kazım Paşa’ya Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilen 16 Mart 1920 tarihli telgrafta;

 1- Geyve Boğazı’nın tarafımızdan işgali ve demiryolu köprüsünün yıkılması,

 2- Geyve, Ankara, Pozantı bölgesindeki demiryoluna ve gereçlerine el konulmak için bu hat boyundaki İtilaf kuvvetlerinin silahlarının alınarak tutuklanmaları,

 3- Konya’da Anadolu hat komiseri yardımcısının, hemen demiryollarına el koyarak işletmesinin sağlanması ve emrine uymayan demiryolu görevlilerinin yola getirilmesi için gerekli önlemlerin alınması,

 4- İstanbul ile var olan telgraf tellerinin büyük bölümü Geyve’den geçtiğinden, Geyve Santralı’nın askerlerimiz tarafından hemen işgal edilmesi,[66] şeklinde ifade edilmiştir.

 HALİFELİK VE SALTANAT MAKAMINA ULAŞMAK İMKÂNI KALMAMIŞTIR

 İstanbul’un İngilizler tarafından işgali üzerine Mustafa Kemal Paşa tarafından kolordulara ve valiliklere verilen 17 Mart 1920 tarihli direktifte özetle;

 1- Meclis-i Mebusan ’ın (Osmanlı Parlamenterler Meclisi) da içinde bulunduğu Babıali [67] ve bütün hükümet daireleri ile birlikte İstanbul, İngilizler tarafından zorla ve resmen işgal edilmiştir. Telgraf merkezleri de işgal altında bulunduğundan dolayı ne Halifelik ve Saltanat Makamı, ne de diğer resmi yerlere ulaşmak imkânı kalmamıştır.  Bu şartlara göre, Anadolu, İstanbul ile ve resmi yerlerle haberleşmekten mahrum kalmış oluyor.

 2- Durumun gereklerine ve oluşacak vaziyete göre milletçe birlikte alınması zorunlu olan önlemlerin sağlanması için bütün illerdeki sivil görevli başkanların ve askerlerin Temsil Heyeti ile bağlantılarını sürdürme dileğini bir vatan görevi sayarız. Merkez Kurullarımız da doğal olarak sivil görevliler ve askerlerle işbirliği ederek milli ve vicdani görevlerini yapmayı hızlandıracaklardır.

 3- İstanbul’da olağanüstü durum, Anadolu’da Osmanlı gücünün geçerliliğini bozamayacağından ve her ne biçimde olursa olsun alınacak önlemlerde Osmanlı milletinin uygarlık yeteneği özellikle dikkate değer bulunduğundan kanun dışında hiçbir işlem yapılmamasını ve bütün yerel görevlerde kanun esaslarına her zamandan çok özenli davranılmasını, hayati çıkarlarımızın gereklerindendir. [68] Şeklinde bildirilmiştir.

 İNGİLİZLERİN İSTANBUL’U İŞGALİ, BÜTÜN İSLÂM DÜNYASINA YÖNELİKTİR

 İstanbul’un İngilizler tarafından işgali üzerine Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından, Sivas Anadolu Kadınlar Cemiyetine İslâm Dünyasına çekilen 17 Mart 1920 tarihinde telgraf ’ta özetle;

 “…Mukaddes İslâmlığın Halifelik merkezi olan İstanbul, Meclis-i Mebusan ve bütün resmi hükümet kurumlarına da el konularak resmen ve zorla işgal edilmiştir. Bu saldırı; Osmanlı saltanatından çok, Halifelik makamında hürriyet ve istiklâllerin biricik dayanağını gören bütün İslâm dünyasına yöneliktir. Asya’da ve Afrika’da Peygamberin beğeneceği yolda… Bir yüce çabayla hürriyet ve istiklâl mücadelesini sürdüren İslâm topluluğunun moral güçlerini kırmak için son önlem olarak İtilâf Devletleri tarafından başvurulan bu hareket; Halifelik makamını esaret altına alarak, bin üç yüz yıldan beri yaşayan ve sonsuza kadar korunacağına şüphe bulunmayan İslâmiyet’in istiklâlini hedef kabul etmektir.

 Acımasız zincirlemeyle süren haçlı feveranının (öfkesi) bu son alçakça saldırısı; İslâmiyet’in kültür ışığına, bağımsızlığına ve Halifeliğin birleştirdiği kutsal kardeşliğe bağlı olan bütün Müslüman kardeşlerimizin vicdanında kınama, direnme ve ayaklanma duygusunu uyandıracağına eminim. Allah’ın kutsal mücadelemizde hepimize yardım etmesini ve peygamberlik ruhuna dayanan birlik içindeki teşkilâtımıza yardımcı olmanızı niyaz ederiz.” [69] Denilmiştir.

 ERMENİ ZULMÜ ÜZERİNE DEVLETLERE GÖNDERİLEN PROTESTO TELGRAFLARI

 Mustafa Kemal Paşa tarafından,  Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına, Ermeni zulmü üzerine Devletlere gönderilen 22 Mart 1920 tarihli protesto telgrafında özetle, aşağıdaki konular bildirilmiştir;

 1- Tohumluk istemek, vergi koymak, silah toplamak bahanelerle öteden beri Ermeni zulüm ve işkencesine uğrayan doğu sınırımız dışındaki İslâm halkı, son Şubat (1920) ayı içinde Ermeni tümen kumandanları tarafından yönetilen… Çeşitli sınıflardan oluşan birçok birliklerin saldırıları karşısında birçok kurban vermiş ve Kars vilâyetine bağlı Çıldır, Zarşad, Şuragel, Akbaba ilçelerinde adları kayıtlı kırk İslâm köyü bütünüyle yıkılmış ve yok edilmiştir. Bu köylerin çaresiz halkından iki binden fazla İslâm nüfuzu, pek feci bir biçimde topluca öldürülmüştür. Ve soykırıma uğrayan İslamların eşyaları, Kars pazarlarında açıkça satılmıştır.

 2- Hemen her gün büyük bir üzüntüyle haber almakta olduğumuz Ermeni zulüm ve soykırımına yeni bir ek olmak üzere Orduâbad, Ahur, Civa, Ciyusi, Vedi (Doğu Anadolu’da, şimdiki Ermenistan - Nahcivan sınırları civarında) yörelerindeki İslâm halka karşı Ermeniler, 19 Mart (1920) başlayarak saldırıya geçmişlerdir. Ayrıca, Oltu bölgesine karşı da yeni bir saldırıya hazırlandıkları hakkında doğruluğuna güvenilen haberler alınmıştır. Bu hareketleri çok sert bir biçimde protesto ettiğimizin ve bu saldırının önü alınmazsa dünyanın, pek büyük kötülüklerin çıkmasına tanık olacağının bağlı bulunduğunuz hükümetlere hızla ulaştırılmasını rica eder ve saygılarımızı sunarız.[70]

 DÜŞMAN YARARINA PROPAGANDA YAPANLAR CEZALANDIRILACAKTIR

 Sivas Valiliği aracılığı ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine gönderilen 23 Mart 1920 tarihli telgraf ’ta;

 “…Düşman yararına propaganda yapanlar, herhangi yolla düşmanla haberleşenler, çalışmalara ve milli kararlara fiilen karşı koyarak düşmanların amaçlarına ulaşmasına yardım ve herhangi biçimde casusluk yapanlar, hemen yerli hükümetlerce tutuklanarak ve o konudaki yasa maddeleri gereğince hızla cezalandırılacaktır. Vilayet ve bağımsız sancaklarla kolordulara sunulmuştur. Alındığının bildirilmesi rica olunur.” [71] şeklinde bildirilmiştir.

 DAMAT FERİT PAŞA, İTİLÂF DEVLETLERİNİ ASKERİ İŞGALE ÇAĞIRMIŞTIR.

 Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Mustafa Kemal Paşa’nın, Erzurum Valiliğine gönderdiği 8 Nisan 1920 tarihli telgrafında özetle aşağıdaki konular ifade edilmiştir;

 1- Esaret altında bulunan Salih Paşa Hükümeti (Osmanlı Sadrazamı; 2 Mart 1920 - 5 Nisan 1920), milletin hayati çıkarlarına karşı kararlar alınması için İtilâf Devletleri tarafından yapılan sürekli baskılara göz yummayarak görevden ayrılmak zorunda kalmış ve yerine Damat Ferit Paşa (2. Sadrazamlığı: 5 Nisan 1920 -17 Ekim 1920)  atanmıştır.

 2- Hatırlanır ki, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın önceki görevi sırasında (1. Sadrazamlığı: 4 Mart 1919- 30 Eylül 1919) Aydın Vilayeti Yunanlılara verilmiş, kasten ve emirle soy kırıma maruz bırakılan Müslüman halk, kendini savunmaktan mahrum ve en önemli savunma araçlarından soyutlanmıştır. Damat Ferit Paşa Hükümeti, Mütareke ( 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi) hükümlerinden yabancılar gibi istifade ederek, Doğu vilayetlerimizde bulunan en mükemmel asayişi inkâr ederek, İtilaf Devletlerini askeri işgale çağırmıştır.  Millet, bunun gibi kesin ipuçları karşısında Damat Ferit Paşa’dan güvenini çekmekle birlikte, milli kahramanlığın bütün safhalarını göstermeye kararlı olduğunu belirtmiştir.

 3- Damat Ferit Paşa’nın yeni görevi, Müslümanları birbirine düşürerek ülkeyi içerden parçalamak ve böylece kolayca ve yeniden Yunanlılara ve Ermenilere çiğnetmek olacaktır. Fakat milletimiz bu kez daha büyük kararlılık, kahramanlık ve özellikle köklü tecrübe ile donanmış bulunuyor. Bu konuda kamuoyunu rahatlatmakla birlikte milli bağımsızlığı sağlamak için özellikle içteki bozguncu girişimlere karşı kesin karar ve kesin önlemler alınmış olduğu ve vatan hainliği kanıtlanmış olan ve düşman süngüsü ile görevlendirilen Damat Ferit Paşa ve hükümetinin hiçbir biçimde tanınmayacağını tamim ederiz.[72]

 “ANADOLU AJANSI” KURULUYOR

 Mustafa Kemal Paşa’nın, Anadolu Ajansının kurulması ile ilgili olarak 8 Nisan 1920 tarihinde Sivas Kadınlar Cemiyetine çekilen telgrafta;

 “…İslâm’ın can evi olan Osmanlı Saltanat merkezinin (İstanbul), düşman işgaline geçmesi ve bütün vatan ve milletimizin en büyük tehlike karşısında kalmasının sonucu olarak bütün Rumeli ve Anadolu’nun giriştiği milli ve kutsal savaşı sırasında İslâmların içerden ve dışardan en doğru haberlerle aydınlatılmasının gereği önemle göz önüne alınmış… Ve böylece burada en yetkili kişilerden oluşan bir özel kurum yönetiminde ve “Anadolu Ajansı” adı altında bir kurum oluşturulmuştur. Anadolu Ajansı’nın en hızlı araçlarla vereceği haberler ve bilgiler, Temsil Heyetimiz ’in esas kaynakları ve sağlam eseri olacaktır.” [73] Denilmiştir.

 İTİLȂF HÜKÜMETLERİ, HALİFELİK ve SALTANAT MAKAMINI İŞGAL ETMİŞLERDİR

 Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından Erzurum Valiliğine gönderilen ve “Bir dakika geciktiren vatan hainidir.” Denilen, 12 Nisan 1920 tarihli telgraf’ta, aşağıdaki hususlar bildirilmiştir.

 1-Halifelik makamı ve Saltanat, her türlü adalet kurallarına ve hukuka aykırı olarak İtilâf Hükümetleri tarafından işgal edilmiştir. İtilâf Hükümetlerince, milletimiz hakkında hiçbir tarihin yazmadığı küçük görmelere ve saldırılara cesaret edilmesi üzerine, Halifelik haklarını ve milletin bağımsızlığını kurtarmak amacıyla bütün Anadolu ve Rumeli’de güçlü bir inanç ve vicdan birliği ile halkımız kükremiştir (ayağa kalkmıştır). İşte bu milli kararlılığımızı bozmak ve sonuçsuz bırakmak için düşmanlarımız, en önce başvurmak istedikleri çare olarak, içerde (Türk vatanında) anlaşmazlık çıkarmaktı. İşte bu haince amacın uygulanmasıyla ilgili olarak düşmanlarımız, gerek isteklerini tatmin için oluşturdukları Ferit Paşa Hükümetini ve gerek Anzavur’u kışkırtmışlar ve bunun sonucu olarak Gönen, Biga bölgesinde bozgunculuğa girişmişlerdir.

 2-Anzavur’un Gönen bölgesindeki girişimleri doğrudan doğruya Yunanlıların çıkarlarına hizmet,  yüksek milli çıkarlara açıkça ve fiili olarak hainliktir. Bu öldürücü girişim, düşmanlarımızın hedefledikleri amacı sağlamaktan pek uzak olup, hiçbir kuvvetle sarsılmayacak derecede sağlam olan milli kararlılık karşısında pek yakında yok edilecek ve hak ettikleri cezaya çarptırılacaktır. Milli bağımsızlık uğrundaki kesin savaşımızda her zaman olduğu gibi bundan sonra da Allah’ın yardımına kavuşacağımıza güveniyorum. Allah bizimle birliktedir. Bu bildirim her yere bildirilecektir. [74]

 İNGİLİZLER, BOL PARA HARCAYARAK İÇ SAVAŞ GİRİŞİMİNDE BULUNDUKLARI ANLAŞILMAKTADIR

 Mutafa Kemal Paşa’nın, 15’inci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği 18 Nisan 1920 tarihli telgraf’ta;

 “…Üç gün önce Düzce’de yeni bir olay baş gösterdi. Çerkez başkanları halkı ayaklandırarak devlet memurlarını ve subayları hapsettiler. Orada, birliğimizin silahlarını ve üç makineli tüfeğimizi aldılar. Bir subayımız şehit oldu. Bir erle halktan dört kişi yaralandı. Bolu Mutasarrıfı, (Bolu Sancak’ın en büyük idari amiri. Kaymakamdan büyük, Vali’den küçük bir makam) Düzce ile Darende (Malatya) arasında ayaklananların başkanları ile görüştü. İstanbul’a bir heyet göndererek Padişah’ın Milli Kuvvetlere yandaş olup olmadıklarını anlamak ve alacakları cevaba göre kesin hareket etmek istediklerini söylemişlerdir. İngilizlerin İstanbul’un Halifelik gücünü kullanarak bol para harcayarak, iç savaş girişimlerine büyük bir ciddiyetle sarıldıkları anlaşılmaktadır.” [75] Demektedir.

 İSTANBUL’UN ÇEVRESİNDEKİ TÜRK VE ÇERKEZ BÖLGELERİ KIŞKIRTMAYA VE ALDATILMAYA PEK UYGUNDUR.

 Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa’nın, Ankara’dan, 18/19 Nisan 1920 gecesi 15’inci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir’e gönderdiği Şifre’de özel olarak aşağıdaki konular hakkında bilgi verilmiştir.

 1-Düşmanlarımızın ülkemizde iç savaş çıkarma girişimi başarılı olmak üzeredir. Anzavur ve Düzce olayları, İstanbul’un (Osmanlı Hükümeti) ve İngilizlerin pek ciddi ve kapsamlı bir biçimde bu işe sarıldıklarını göstermekte, İzmit ve Adapazarı taraflarında da el altından önemli girişimlerde bulundukları anlaşılmaktadır. İstanbul’un çevresindeki Türk ve Çerkez bölgeleri, kışkırtmaya ve aldatılmaya pek uygundur. Bu gelişmenin önüne geçilmezse bu kötülüğün Sivas Çerkez bölgesine bulaşması da düşünülmelidir. İngilizler, Halifelik gücünü de pek etkili bir biçimde kullanmakta, büyük maddi harcamalar yapmaktadırlar.

 2- İç savaşta birinci başarı şartı, hızla güvenli, başarılı saldırılardır. Bundan dolayı disiplinine, kararlılığına ve inancına bütünüyle güvenilebilecek ve herhangi bir yerde patlayacak bir ayaklanmayı anında tepeleyebilmek üzere kuvvetli bir yumruk gibi güvenilebilecek gezici (mobil, hareket halinde) yedeklere ihtiyaç duyulmaktadır.

 3-Bu amacı sağlamak ve milli yedek birliğini oluşturmak üzere, emrinizdeki tümenlerden seçilecek beş yüz ile bin kişilik seçkin bir birliğin, ya da birliklerin düzgünlüğü bozulmadan, ayrıca gönüllü olarak bu tarzda oluşturulacak bir birliğin Ankara’ya gönderilmesini uygun görmekteyiz. Bu birliğin erlerine nakden fedakârlıklar yapmayı kabul edeceğiz. Bu konuda yüksek görüşlerinizi ve nasıl bir düzenleme ve fedakârlığın düşünüldüğünün bildirilmesini rica ederiz.[76]

 ANZAVUR AYAKLANMASI BASTIRILIYOR

 Susurluk Genel Takip Kuvvet Kumandanı Ethem (Çerkez) Bey’den alınan 16 Nisan 1920 tarihli telgrafın, Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından Erzurum Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyeti’ne gönderilen 19 Nisan 1920 tarihli aynı telgraf’ta;

 “…15 Nisan 1920 günü öğleden sonra Anzavur ’un kendi yönetimindeki isyancılar, Susurluk (Balıkesir) çevresinde Milli Kuvvetler arasında başlayan çarpışma, gece ara verilerek gün doğarken taarruzumuzla yedi saat süren şiddetli bir çarpışmadan sonra ayaklananlar bozulmuş bir biçimde dağıtılmıştır. Alınmış esirler ile birlikte iki adet top da ele geçirilmiştir. Atlılarımız bozguna uğrayan Anzavur kuvvetlerini şiddetle izlemektedir. İsyancıların yaralı ve ölüleri pek çoktur.” [77] Şeklinde bildirilmiştir.

 Mustafa Kemal Paşa, 15’inci Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya Ankara’dan gönderdiği 21 Nisan 1920 tarihli telgraf’ta ise; “Anzavur sorunu, sevinmeye değer bir duruma sokulduğunu, kendisinin (Anzavur Ahmet) ya Gönen yönüne, ya da Bandırma’dan İstanbul’a kaçtığı sanılmaktadır.” Denilmektedir. [78]

 FEVZİ PAŞA (ÇAKMAK) İSTANBUL’DAN ANKARA’YA İNTİKAL EDİYOR

 Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa tarafından, 15’inci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya Ankara’dan 20 Nisan 1920 tarihinde çekilen telgraf’ta özetle;

 “…Savaş İşleri Eski Bakanı (Osmanlı Hükümeti Harbiye Nazırı) Fevzi Paşa (Çakmak),[79] çağrımız üzerine yanındaki bazı kıymetli subaylar ile birlikte kendini kurtararak İstanbul’dan çıkmıştır. Ankara’ya ulaşması için araç sağlanmıştır. Adı geçenden, moral ve maddi bakımından olabildiğince yararlanmak için Büyük Millet Meclisi kararıyla oluşturulacak Bakanlar Kurulu’nda Milli Savunma Bakanlığı yapması uygun görülmüştür. Fevzi Paşa, İstanbul’da milletin vekili olarak Harbiye Nazırlığı yapıyordu. İşgal ile (İngilizlerin 16 Mart 1920’de İstanbul’u İşgali) zorla Bakanlıktan yabancıların eli ile uzaklaştırıldıktan sonra milletine sığınarak vekilliği geri almış olacaktır.” [80] Şeklinde bildirilmiştir.

Mareşal Fevzi Çakmak

 MECLİS’TE BANA HİÇBİR MEVKİ VERİLMEMESİNİ İSTEDİM

 Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Ankara’dan, 24/25 Nisan 1920 günü gecesi 15’inci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği Şifre’de;

 “…Meclis’te, bugün kişiliğime sataşmayı amaçlayan propagandacıların çalışmalarının sonucundan ülke çıkarlarını etkilememek için, bana hiçbir mevki verilmemesini içtenlikle istedim. Sıraladığım sakıncalara karşın Meclis, var olan 120 milletvekilinden, 110’nunun oylarıyla beni Meclis Başkanlığına seçti. İçinde bulunduğumuz durumun güç şartları karşısında, bu görevi kabul etmemekle direndiğimde belki bir dağılma oluşabilirdi. Bu sebeple başkanlık görevini kabul ettiğimi saygı ile arz eylerim.” [81] Şeklinde belirtmiştir.

 İNGİLİZLERCE SATIN ALINAN KİMİ HAİNLER, SİZİ ALDATMAK İÇİN YALAN SÖYLÜYORLAR. ALLAH’IN LȂNETİ, DÜŞMANA

YARDIM EDEN HAİNLERİN ÜZERİNE OLSUN

 Büyük Millet Meclisi buyruğu ile Başkan Mustafa Kemal Paşa’nın, Düşmanın propagandasına inanılmaması için ülkeye gönderdiği 25 Nisan 1920 tarihli bildirgede aşağıdaki konulara yer verilmiştir;

 1- Anadolu’nun her kösesinden gelen vekillerinizin oluşturduğu Büyük Millet Meclisi, olup biteni dinleyip anladıktan sonra millete gerçeği söylemeyi gerek gördü. İngilizlerce satın alınan ve milleti birbirine düşürmek amacını güden kimi hainler, sizi aldatmak için türlü türlü yalanlar söylüyorlar.

 2- İzmir vilayetinin, Antalya’nın, Ayıntap (Gaziantep), Maraş ve Urfa bölgesinin düşmanlar tarafından işgali üzerine silâha sarılan yurttaş ve dindaşlarımızı yine size yok ettirmek için Padişah ve Halife’ye başkaldırmak sözünü ortaya atıyorlar. Millet Meclisi, Halife ve Padişahımızı düşman baskısından kurtarmak, Anadolu’nun parça parça şunun bunun elinde kalmasına engel olmak, Başkentimizi (İstanbul) yine ana vatana bağlamak için çalışıyor.

 3- Biz vekilleriniz, Cenab’ı Hak ve Peygamberi adına ant içeriz ki, Padişah’a, Halife’ye karşı ayaklanma sözü yalandır. Bunun amacı, yurdunu savunan kuvvetleri, aldatılan Müslümanların elleriyle yok etmek ve ülkeyi sahipsiz ve savunmasız bırakarak ele geçirmektir. Hint’in, Mısır’ın başına gelen durumdan mübarek vatanımızı kurtarmak için İngiliz casuslarının sizi aldatmak üzere uydurdukları yalana inanmayın.

 4- İzmir’ini, Adana’sını, Urfa ve Maraş’ını, sözün kısası vatanın düşman yayılmasına uğramış yerlerini savunanları, din ve milletlerinin onuru için kan döken kardeşlerinizi, arkadan size vurdurmak isteyen alçakları dinlemeyin ve onları Millet Meclisi’nin kararı üzerine cezalandıracak olanlara yardım edin. Tâ ki din, son yurdunu kaybetmesin, tâ ki, milletimiz köle olmasın. Biz, birlik oldukça düşmanın üzerimize gelmeyeceğini resmi olarak duyurduk. Düşmanın candan özlediği, aramızdaki bozgunculuk ve anlaşmazlıktır.

 5- Allah’ın lâneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun. Allah’ın, Bağışlama ve koruyuculuğu, Halife ve Padişahımızı, millet ve vatanı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik etmesin. [82]

 TÜRKİYE’NİN, EMPERYALİSTLERE KARŞI SOVYET RUSYA HÜKÜMETİNE YAPTIĞI İLK TEKLİF

 Türkiye’nin Sovyet Rusya ile birlikte Emperyalist Hükümetlere (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan vs.) karşı savaş ve yardım teklifi ile ilgili olarak Büyük Millet Meclisi Başkanı adına Mustafa Kemal Paşa’nın Moskova Hükümeti’ne, 26 Nisan 1920 tarihinde yaptığı teklifte özetle aşağıdaki hususlar yer almıştır.

 1- Emperyalist hükümetlere karşı, zulmedilen insanların kurtarılması amacını hedefleyen Bolşevik Ruslarla işbirliğini ve harekâtı kabul ediyoruz.

 2- Türk Hükümeti, yayılmacı Ermeni hükümeti üzerine askeri harekât yapmayı ve Azerbaycan hükümetinin de, Bolşevik devletler topluluğunun içine alınmasını üstlenir.

 3- İlk önce, milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist kuvvetleri kovarak… Gelecekte emperyalizme karşı oluşacak ortaklaşa savaşmalarımız için kuvvetlerimizi belirgin bir duruma getirmek üzere şimdilik ilk taksit olarak beş milyon altının ve kararlaştırılacak ölçüde cephane ve benzeri savaş araçları ve sağlık gereçlerinin ve yalnız doğuda harekette bulunacak kuvvetler için yiyeceklerin, Rus Sovyet Cumhuriyetince sağlanması rica olunur. Üstün saygılarımızın ve içten duygularımızın kabulünü dileriz. [83]

 ANADOLU HALKI, PADİŞAHIN SALTANATININ ONURU VE DEVAMI İÇİN YÜZYILLARDIR SAVAŞ ALANLARINDA ÖMÜRLERİNİ

TÜKETMİŞLERDİR

 Büyük Millet Meclisi emriyle, Başkan Mustafa Kemal Paşa tarafından, BMM’nin açılması üzerine Padişah’a (Sultan Vahdettin) Ankara’dan gönderilen 28 Nisan 1920 tarihli telgrafta özetle aşağıdaki konular ifade edilmiştir.

 1- Padişah, Halife ve yüce Hakanımız efendimiz; İstanbul’un işgali ve bunu takip eden facialar üzerine vaziyeti tetkik ve yüce saltanat haklarınızla milli bağımsızlığımızı savunmak ve sağlamak amacıyla bu kez Ankara’da Büyük Millet Meclisi olarak toplandık. Anadolu’nun düşman yayılması altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle yollanan milletvekilleri, oybirliği ile kabul ettikleri bir karar ile yüce makamınıza bir takım gerçekleri sunmayı, kendilerine içten bir bağlılık görevi bildiler.

 2- Yüce atalarımız Rumeli’de kendi başına dünya kıtalarını ele geçirirken ordularını da Anadolu topraklarından çağırır ve uzak ülkelerin büyük ana çizgilerini (sınırlarını), askeri yollarını korumak üzere yine Anadolu’dan halkı getirir ve en önemli noktalara yerleştirirlerdi. Bosna, Hersek ve Mora içlerine kadar yayıldı. Basra Körfezi’ne kadar indirildi. Suriye, Filistin yollarında yer yer yerleştirildi. Padişahımız, Yüce saltanatınızın onuru ve kalıcılığı için Anadolu halkı yüzyıllardır baba ocaklarından çok uzak savaş yerlerinde ömürlerini tüketmeyi kendisine en kutsal bir borç bilmiştir.

 3- Anadolu boşaldı. Anadolu yıkıldı, ama iklimlerden iklime uzanan hakanlığınızın ululuğu ve güçlülüğü için  (Anadolu halkı) her sıkıntıyı, yıkıntıyı bir lütuf olarak kabul etti. O bir topraktır ki, Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra yalılarına kadar kuşak kuşak uzayıp giden ucu bucağı belli olmayan şehitliklerle çevrilmiştir ve o şehitlikleri her yerden çok, şimdi özgürlük ve bağımsızlığı için yeni bir halk savaşı yapan bu eski Anadolu verdi.

 4- Ulu Padişahımız, İslâm’ın her yerde bozguna uğramış olan bayrakları gelip onun (Anadolu) çevresinde toplandı, ufuklarında çevresinde koruyuculuğu ve kurtuluşu aradı. İzmir’in silah gücü ile ele geçirilmesi, ülkemizin en bayındır ve en mutlu kısmı (Adana, Maraş ve Antep gibi yerler olmalı) nasıl ateşle zor kullanarak soyulup, soykırım ile baştanbaşa yıkıldı bilirsiniz. Hiçbir hakka dayanmayan ve milletimizi son yurdunda tutsaklığa uğratmayı amaçlayan bu vahşi akın üzerine yüreğinizin duyduğu acı üzüntüleri basın dünyasına kendiniz vermiştiniz. İzmir işgalini Adana faciaları, bu faciayı da Maraş, Antep soy kırımları ve onu da acılarımızın en büyüyü olmak üzere İstanbul’un işgali izledi. Soyundan yetiştiğimiz millet, binlerce yıldan beri dünyanın en görkemli tahtlarına sultanlar yetiştirmiş ve özgür yaşamış olan bir millet olarak bu durum karşısında ne yapabilirdi?

 5- (Türk halkı); Padişahını üzüntülü ve savaş sonunda ordularını kullanmaktan yasaklanmış ve yoksun bırakılmış olarak gördüğü için kendi kendine silaha sarıldı ve nerede anavatanı saldırıya uğramışsa oraya dini ve milli onurunu kurtarmak için koştu.

 6- Ulu Padişahımız Efendimiz, Milli savunmamızı mübarek makamınıza karşı bir ayaklanma olarak göstermek ve halkı kandırmak için sürekli çalışan hainler var. Onlar, ulusu birbirine kırdırmak ve düşmanın ele geçirmesine, yolu açık bırakmak istiyorlar. Oysa vuran da vurulan da hepsi sizindir. Hepsi aynı ölçüde bağlı çocuklarınızdır. Milli savunmamızı, düşmanların bayrakları, babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar bırakamayız. Her yeri görkemli ve heybetli bir kanıt olan İstanbul mabetleri çevresinde düşman askerleri gezdikçe, öz vatan toprakları üstünden, yabancı adamların ayakları çekilmedikçe, biz savaşımızı sürdürmek zorundayız. Kendi hükümetimizin yönetimi altında mutsuz ve yoksul yaşamak; yabancılara tutsak olmak karşılığında kavuşacağımız dirlik ve mutluluğa bin kez üstün tutulur.

 7- Padişahımız! Yüreğimiz bağlılık ve kulluk duygusuyla dolu, tahtınızın çevresinde her zamandan daha sıkı bir bağlılık ile toplanmış bulunuyoruz. Toplantının ilk bu sözü, Halife ve Padişah’a bağlılık olup Büyük Millet Meclisi’nin son sözünün yine bundan başka olmayacağını yüce makamınıza en büyük saygı ve alçak gönüllülükle ile arz eder. [84]

 FEVZİ PAŞA (ÇAKMAK) KILIK DEĞİŞTİREREK İSTANBUL’DAN ANKARA’YA GELİYOR

 Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından Fevzi Paşa’nın Ankara’ya geldiğine dair 27 Nisan 1920 tarihinde gönderilen genelgede;

 “…İstanbul’un acıklı durumu karşısında, orada herhangi bir biçimde vatan ve millete hizmet edebilmenin kalmadığını gören eski Savaş İşleri Bakanı (Harbiye Nazırı) Fevzi Paşa (Çakmak) Hazretlerinin milletin, varlığını kurtarma emrindeki mücadelesine bundan sonra Anadolu’da katılmak üzere, bütün sıkıntılar ve tehlikeli işlere katlanarak İstanbul’dan kılık değiştirerek ayrılıp, Ankara’ya ulaştıkları genelgeyle müjdelenir.” [85] Denilmiştir.

DÜŞMANIN İSTEKLERİNE ALET OLAN VE KÜRTÇE YAYIN YAPAN GAZETE

 Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından Erzurum Valiliğine, Taşra teşkilatlarına, Telgraf ve Posta Başmüdürlüklerine, Merkeze bağlı ilçelere ve diğer ilgili yerlere Ankara’dan gönderilen Kürtçe Zeyn Gazetesinin alınmamasına dair 28 Nisan 1920 tarihli telgraf’ta;

 “…Milli birliği bozmak ve ülkeyi parçalamak amacı ile düşmanın isteklerine alet olan İstanbul’da yayınlanan Kürtçe Zeyn gazetesinin içeriye (Anadolu’ya) girmesinin yasaklanması.” [86] Şeklinde bildirilmiştir.

PADİŞAH VAHDETTİN’İN İÇİ KAN AĞLIYOR

 Fevzi Paşa’nın (Çakmak), Büyük Millet Meclisine verdiği nutka dair, Büyük Millet Meclisi kararıyla Mustafa Kemal Paşa tarafından Yirminci Kolordu Kumandanlığına Ankara’dan gönderilen,  29 Nisan 1920 tarihli Genelge’de aşağıdaki konulara yer verilmiştir.

 Nisanın yirmi yedinci (1920) Salı günü Ankara’ya gelerek doğruca Büyük Millet Meclisine giren  (Osmanlı) Savaş İşleri Bakanı (Harbiye Nazırı) Fevzi Paşa Hazretleri ayrıntılı bir konuşma yapmıştır. Adı geçen konuşmanın esası Meclis tutanaklarında yayınlanacaktır. Özeti aşağıda olduğu gibidir:

 1- Tutsaklık yerinden kurtularak milletin hür sinesine sığınmayı başardığımdan dolayı Allah’a şükrediyorum. İstanbul işgali çok korkunç bir biçimde yapılmış, Onuncu Tümen mızıka erleri uyku sırasında (İngiliz askeri tarafından) basılarak, kimi erler şehit edilmiştir. Savaş İşleri Bakanlığı (Harbiye Nezareti) Bakan odası süngülü askerlerle açılmış ve Başbakanlığa hareketim sırasında çevreyi süngülü İngiliz askerleri sarmıştı. Cuma selâmlığında, Padişahın (Vahdettin) önünde Padişahlık gücünün sembolü olarak bulunması gelenekleşmiş olan silahlı Osmanlı askerlerinin bulunmasına izin verilmemiştir. Selamlıktan sonra Padişah tarafından huzura kabul edilenlere, Padişah büyük üzüntü ile aşağıdaki açıklamayı yapmıştır.

 “…Ben bugün, böyle büyük üzüntüler içinde camiye gelmek istemiyordum. Ama bu bir dini görevdir. Cenabıhakk’a bir ibadet olan bu görevi geri bırakmayı uygun bulmadım. Ancak elli yıllık kötü gidişin, gerek benim ve gerekse sizin hükümetinizin üzerine yıkıldığını görmekle içim kan ağlıyor. Yıkıntıların altında ezildik.”

 2- İngilizlerin çok kötü baskıları karşısında Padişahın üzüntülerini dile getiren bu cümleleri dikkatle okunmalı ve halka anlatılmalıdır. İşgalle birlikte bakanların her telgrafı kontrol edilmiş, birer suretinin Fransızca yazılması zorunluluk altına alınmıştır. İngilizlerin kendi isteklerine göre bir barışı kabul edecek bir hükümeti iş başına getireceklerini açıkça söylemişler ve Salih Paşa hükümetini süngü ile Başbakanlıktan atacaklarını sezdirmişlerdir. Hükümetin arabuluculuk önlemlerini İngilizlere kabul ettirmek mümkün olmamış ve İslâm halkı birbirine kırdırarak amaçlarına ulaşmaktan ibaret olan İngiliz amacının uygulanmasına başlanmıştır. Milletin Allah vergisi sezgisi, kuşkusuz bundaki çok acıklı durumu görecek ve anlayacaktır.” [87]

 

.......................................................................................................................................................................................Yazan: İzzettin ÇOPUR
...................................................................................................................................................................................................(E) Tnk. Kd. Alb.

 


 

[1] 1908/Atatürk’ün S.D.V; s. 112, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2016, s. 550.

 [2] 1914/Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak; s. 40, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 558.

 [3] 1919/Mazhar Müfit Kansu; Erzurum’dan Ölümüne Kadar, Atatürk’le Beraber, Cilt: II, s. 466-467, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 551.

 [4] Hasan Rıza Soyak; Yakınlarından Hatıralar, 1955, s. 10, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 552.

 [5] Asım Us; G.D. D. 109, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 552.

 [6] Salih Bozok; Yakınlarının Ağzından Atatürk, Yazan: Selâhaddin Güngör, s. 30, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 553.

 [7] Ruşen Eşref Ünaydın; Atatürk T. Ve D.K.H. S. 10, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 553.

 [8] 1921/ Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; Cilt: III, s. 24, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 561.

 [9] 1923/Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan; Milliyet Gazetesi; 7 Şubat 1930 tarihli nüshası, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 563.

 [10] 1925/Atatürk’ün M. A. D. : s. 19-20, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, d. 565.

 [11] 1925/Mazhar Müfit Kansu; Erzurum’dan Ölünceye Kadar Atatürk’le beraber, Cilt:1, s. 160, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 560.

 [12] 1927/Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Cilt: IV, s. 532, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 563.

 [13] 1928/Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; Cilt: III, S. 82, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 562.

 [14] 1929/Ayın Tarihi; Sayı:65, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 557.

 [15] 1933/Hamdullah Suphi Tanrıöver; Yerli Yabancı 80 İmza Atatürk’ü Anlatıyor, s. 183, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 557.

 [16] 1937/Atatürk’ten B.H. : s. 6,128, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 558.

 [17] 1937/Rükneddin Fethi Olçaytuğ; Atatürk Hakkında Düşünce ve Tahliller, 1943, s. 44, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 561.

 [18] 1937/Ulus Gazetesi; 20 Mart 1937 tarihli nüshası.

 [19] George Benneb; Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiye’si, s. 33, İzzettin Çalışlar; Tan Gazetesi 31 Ağustos 1937 tarihli nüshası, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 569.

 [20] 1938 yılında, Çekoslovakya’da yaşayan Alman azınlığın Almanya’ya bağlanması sorunu.

 [21] 1938/Nejat Saner; Atatürk ve Sonrası, Cumhuriyet Gazetesi; 13 Kasım 1970 tarihli nüshası, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 562.

 [22] Hasan Rıza Soyak; Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 43, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 569.

 [23] Fatih Rıfkı Atay; Çankaya, 1969, s. 532, Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 570.

 [24] Kâzım Karabekir Paşa (D. 23 Temmuz 1882, İstanbul - Ö. 26 Ocak 1948, Ankara) ; 1902 yılında Harbiye Mektebi’nden, 1905 yılında Mekteb-i Erkan-ı Harbiye’den mezun oldu. 1907’de Enver Paşa ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Manastır şubesini kurdu. 1909’da 31 Mart Olayını bastırmak için kurulan Harekât Ordusu’na katıldı.1912’de I. Balkan Savaşı’nda yer aldı.3 Ağustos 1914’de Genelkurmay II. (İstihbarat) Şube Müdürü olarak görevlendirildi. 6 Mart 1915 tarihinde 5. Kolordu’ya bağlı İstanbul Kartal’da bulunan 14. Tümen Komutanlığına atandı. Bu Tümen’in Gelibolu’ya gönderilmesiyle bu bölgede Seddülbahir ve Kereviz Dere’deki (12-13 Temmuz 1915) savaşlarda bulundu. Gelibolu’da Alçıtepe muharebelerinde düşmana karşı 3,5 ay başarı ile savaştı. Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası ile taltif edilerek Miralay  (günümüzde Albay) rütbesine terfi etti. 26 Ekim 1915 tarihinde İstanbul’daki 1. Ordu Kurmay Başkanlığına atandı. Daha sonrada 6. Ordu Kurmay Başkanı olarak Irak Cephesine gönderildi. 14 Aralık 1916 tarihinde Mirliva rütbesine terfi etti ve “Paşa” oldu. Kafkas Cephesinde 2. Kolordu Komutanı olarak atandı. Bölgedeki başarılarından dolayı 23 Eylül 1917 tarihinde padişah (Vahdettin) iradesiyle “Kılıçlı İkinci Mecidi Nişanı” ile taltif edildi. 2 Mart 1919 tarihinde Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlığına atandı. Türk Kurtuluş Savaşı’nı başlatan komutanların arasında yer alarak Doğu Cephesi’nde gösterdiği başarılarından dolayı Kırmızı-Yeşil şeritli İstiklal Madalyası ile taltif edildi. Kurtuluş Savaşını başlatmak üzere 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkan 9. Ordu Müfettişi Mirliva (Paşa) Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması için İstanbul’dan (Osmanlı Hükümeti) bizzat kendisi ne gönderilen telgrafa rağmen “Ben ve kolordum emrinizdedir Paşam!” diyerek Mustafa Kemal Paşa’nın emrine girdi. Ardından Erzurum Kongresi’nin  (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919) düzenlenebilmesi için büyük gayret gösterdi. 93 Harbi sırasında Rus Çarlığına kaybedilen Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u Eylül 1920’de kurtarıp Türkiye’nin doğu sınırında Misak-ı Milli’yi gerçekleştirdikten sonra 31 Ekim 1920 tarihinde TBMM tarafından Ferik (şimdiki orgeneral) rütbesine terfi ettirildi. Haziran 1926 tarihinde Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’e düzenlenen İzmir Suikastı girişi ile ilgili olarak tutuklandı ve İstiklal Mahkemesinde idam ile yargılandıysa da beraat etti. 5 Ağustos 1946 tarihinde yapılan TBMM başkanlık seçimlerinde Meclis Başkanı seçildi. 26 Ocak 1948 tarihinde 66 yaşında iken geçirdiği bir kalp krizi sonucu Ankara’da vefat etti. Törenle Cebeci Askeri Şehitliği’ne defnedilen cenazesi, sonraki yıllarda Devlet Mezarlığı’na nakledildi. (https://tr. Wikipedia.org/wiki/Kâzım-Karabekir)

 [25] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Hazırlayanlar: Prof. Dr. Ali Sevim, Prof. Dr. İzzet Öztoprak, Prof. Dr. Mehmet Akif Tural, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-2006, s. 35-36.

 [26] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006,  s. 58. (T.İ.T.E. Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi) :24/3536)

 [27] Damat Ferit Paşa ( D.1853-Ö. 1923); Osmanlı diplomat ve devlet adamı. 1885’te Sultan Abdülmecit’in kızı ve Sultan Vahdettin’in ana bir kız kardeşi olan Mediha Sultan’la evlendirildi.  Üç yıl sonra vezir rütbesine yükseltilerek “paşa” ünvanını aldı. Osmanlı Padişahı Sultan VI. Mehmet Vahdettin saltanatında 4 Mart 1919-30 Eylül 1919 ile 5 Nisan 1920-17 Ekim 1920 tarihleri arasında toplam bir yıl bir ay on beş gün sadrazamlık (Başbakanlık) yapmıştır.   Osmanlı delegeleri ile birlikte itilaf Devletlerine ait bir savaş gemisiyle Fransa’da yapılan Paris Barış Konferansına gitmiştir. Ülkenin bölünerek düşman devletler tarafından paylaşılmasını öngören ve Fransa’nın başşehri Paris’in 3 km. batısındaki Sevr (Sevres) banliyösünde bulunan Seramik müzesinde Sevr Antlaşmasını; 10 Ağustos 1920 tarihinde, Fransa, İtalya, Japonya ve Birleşik Krallık/İngiltere… Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Çekoslovakya ile birlikte mağlup Osmanlı İmparatorluğu adına Osmanlı heyeti tarafından imzalanmasını sağlamıştır.  Antlaşma imzalandığı dönemde devam eden Türk Kurtuluş Savaşı’nın sonucunda Türklerin galibiyetiyle birlikte bu anlaşma yerine 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması uygulamaya konduğundan Sevr Antlaşması geçerliliğini kaybetmiştir.  İngilizlerin baskısıyla Şeyhülislam’dan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Kuva-yı Milliye hareketine katılanların eşkıya olduğu ve öldürülmesinin meşru ve farz olduğuna dair 11 Nisan 1920’de idam fetva çıkarmasını sağlamıştır.  Ayrıca Sivas Kongresinde başlayan ulusal harekete karşı Ahmet Anzavur adlı bir Çerkez çetesinin yönetiminde Kuva-i inzibatiye adıyla bir zabıta gücü oluşturmuş ve özellikle sırf İngiltere’ye yaranmak için 90.000 sandık cephaneyi denize döktürmüştür. Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki ulusal kurtuluş hareketine muhalefetinden dolayı savaş sonrası 23 Nisan 1924 tarihinde TBMM tarafından 150’likler listesine alınmış ve vatan haini ilan edilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın kesin olarak belirlendiği 21 Eylül 1922 tarihinde ailesi ile birlikte Fransa’ya kaçmış, 6 Ekim 1923’te (70 yaşında Fransa’nın Nice şehrinde ölmüştür. (www.milliyet.com.tr/damat-fert/) (https://tr.wikipedia.org/wiki/Damat-Ferid Paşa) (www.biyografi.info/kisi/damat-ferid-pasa) (https:/tr.wikipedia.org/wiki/Sevr-Antlaşması)

 [28] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara – 2006, s. 62-64. (Mustafa Kemal İrade-i Milliye, 2 Eylül 1919)

 [29] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 75. (İrade-i Milliye, 21 Eylül 1919)

 [30] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Ankara-2006, s. 82-83.

 [31] Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918); Mondros Mütarekesi, 1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri, (İngiltere /Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Rusya’dan oluşan savaş bloku) arasında imzalanan… 25 maddelik Mondros Mütarekesi, İtilaf Devletlerini temsilen İngiliz Amiral Calthorpe, Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey tarafından Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalanmıştır. Bu antlaşma ile beraber Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona ermiştir. Mütareke, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkımından sonra kurulan Türkiye’nin çerçevesini çizen ilk uluslararası belge olarak önem taşır. Antlaşma maddelerinin önemli olan bazıları ise;

 1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkâmlarının (mevzi, siper, korugan) İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.

 2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.

 3- İtilaf Devletlerin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul’da teslim olunacaktır.

 4- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.

 5- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.

 6- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.

 7- Osmanlı Demiryollarından İtilaf Devleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.

 8- Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir.

 9- İran içlerinde ve Kafkasya’da buluna Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden çekileceklerdir.

 10- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.

 11- Bütün Demiryolları, İtilaf Devletlerin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.

 12- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletlerinin kumandalarına teslim edilecektir.

 13- Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaklardır. Trablus ve Bingazi’de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.

 14- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.

 15- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletlerin nezdinde kalacaktır. Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle (Yani İttifak devletleriyle, Almanya - Avusturya ve Macaristan) bütün ilişkilerini kesecektir.

 16- Altı vilayet (Vilâyat-ı Sitte. 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’na göre Osmanlı Devleti’nin Erzurum, Van, Mamüretü’i Aziz / Elazığ, Diyarbekir, Sivas, Bitlis olmak üzere altı vilayetlerin bir arada ki adı. Mondros Mütarekesinin 24. Maddesinde Altı Ermeni ili olarak bahsedilmiştir.) adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.

 17- Müttefiklerle (İtilaf Devletleri: İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya gibi) Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öyle zamanı sona erecektir.

 Mayıs 1919 başlarında Paris Barış Konferansı, Mondros’ta verilmiş sözlere aykırı olarak, İzmir’in Yunanistan tarafından işgal edilmesi kararını almasıyla Yunanlılar, 16 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmişlerdir.  Aynı günlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok kösesi, İtilaf Devletlerince işgal edildi. Kars ve Batum milli şura hükümetleri İngilizler tarafından dağıtıldı. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Mondros-Mütarekesi)

 [32] Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi (D. 1867-Ö. 1923);1920 yılında İstanbul İngilizlerin işgali altındayken Osmanlı Devleti’nin Şeyhülislamı. 1920 yılında Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından kurulan hükümette Şeyhülislam ilan edildi. Milli Mücadeleye katılan Mustafa Kemal ve diğer Kuvayı Milliye’ciler hakkında ölüm fetvasını Mustafa Sabri Efendi yazdı, Dürrizade Abdullah Efendi Şeyhülislam olarak onadı, Sadrazam Damat Ferit Paşa imzaladı, Sultan Vahdettin ise yürürlüğe koydu. Şeyhülislam Abdullah Efendi, Kurtuluş Savaşı sonrasında ülke düşman işgalinden kurtarılınca önce Rodos adasına gitti oradan da Hicaz Kralı olan Şerif Hüseyin’e sığındı. 1923 yılında Hicaz’da öldü. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Dürrizade-Abdullah-Beyefendi)

 [33] Boğazlayan (Yozgat) kaymakamı Kemal Bey; 1. Dünya Savaşı’nda Rus hükümeti ile ilişkili Ermeni ahaliden kurulu çeteler, Türk nüfusuna karşı saldırı ve katliamlar yaptılar. İktidardaki İttihat ve Terakki Fırkası (Osmanlı İmparatorluğu’nda İkinci Meşrutiyet’in ilanına ön ayak olup 1908-1918 yılları arasında kısa kesintilerle devlet yönetimine egemen ola, 1889 yılında kurulmuş bir siyasi örgüttür ve iktidar partisidir.1913’den sonra liderleri: ”Üç Paşalar” olarak bilinen Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’dır. Cemiyetin 1 Kasım 1918’de kendisini feshetmesinden sonra üyelerinin çoğu Milli Mücadelede yer almıştır. İdeolojisi, Türk Milliyetçiliği ve Meşrutiyetçiliktir. İngiliz işgal güçleri hükümetin işbirliği ile ittihatçıları tutuklamaya, sürgüne göndermeye başlaması üzerine pek çok İttihatçı Anadolu’ya kaçarak kurtuluş savaşına katıldı. Milli Mücadelenin kadrolarının büyük bölümü İttihatçılardan oluştu. Başta Mustafa Kemal olmak üzere, Rauf, Fethi, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Adıvar ve İttihatçı hareketin basın ve propaganda sözcülerinden, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Akif Ersoy Yunus Nadi, Falih Rıfkı Atay gibi.), ilçede bulunan tüm Ermenilerin Suriye’ye sevk edilmesini mülki amir olarak Kaymakam Kemal Bey’e emretti. Kemal Bey’de bu kararı uyguladı. Osmanlı Devletinin 1inci Dünya Savaş’ında yenilmesinden sonra İttihat ve Terakki Fırkası dağıldı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası iktidara geldi. Yeni hükümet İttihat ve Terakki Fırkası ile bağlantılı bürokratları görevden alıp yerlerine kendilerine yakın bürokratları getirdi. Kaymakam Kemal Bey tehcir sırasında Ermeni ahalinin ölümünde sorumlu tutularak yargılandı. Suçlamasında işgalci devletlerin baskısı olduğu iddia edilmiştir. İngiliz muhipler cemiyeti üyesi nemrut Mustafa başkanlığındaki kurulan Aliye Divan-ı Harp-i Örfi ’de “kış gününde vatandaşların can ve mal kaybına uğrattığı, ayaklarına süngüler bağlanarak ölüme terk ettiği” iddiaları ile suçlandı. Kaymakam Kemal Bey ise “Ben aldığım emri yerine getirdim. Sürgün edilenlere insani şekilde davrandım. Süngü bağlamadım. Vicdan azabı duymuyorum. Kimsenin ölümü için emir vermedim.” Diyerek suçlamalara karşı çıktı. Yargılama sonunda, mahkeme idamına karar verdi. Dönemin Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’nin verdiği fetva üzerine, Padişah Vahdettin’in onayı alınmış ve infaz, 10 Nisan 1919’da İstanbul Beyazıt Meydanı’nda gerçekleştirilmiştir. Asılmadan önce son sözleri ise: “sevgili vatandaşlarım! Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet.” Mezarı, İstanbul Kadıköy Söğütlü çeşme camii karşısında bulunan kuşdilindedir. İdamdan sonra TBMM 14 Ekim 1922’de Kemal Bey’i Urfa mutasarrıfı Nusret Beyi ve Diyarbakır Valisi Reşit Bey’i “şehit-i milli” ilan eder. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmet-Kemal, https://eskisozluk.com/bogazliyan-kaymakami-kemal-bey)(https:eskisozluk.com/bogazliyan-kaymakami-kemal-bey)

 [34] Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920); 1. Dünya Savaşı (28 Temmuz 1914-11 Kasım 1918) sonrasında İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya başta olmak üzere Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya. Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Çekoslovakya) ile Osmanlı İmparatorluğu hükümeti arasında 10 Ağustos 1920’de Fransa’nın başkenti Paris’in 3 km batısındaki Sevr (Sevres) banliyösünde bulunan Seramik Müzesi’nde imzalanmış antlaşmadır. Sevr Antlaşmasını imzalayan Osmanlı heyetinde; Sadrazam Damat Ferit Paşa, Eski Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) Bağdatlı Mehmed Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey bulunmuştur.  Antlaşmanın imzalandığı dönemde, Türk Kurtuluş Savaş’ı devam ediyordu. Türkler, Kurtuluş Savaşı kazanınca, Sevr antlaşması yerine, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanıp, uygulamaya konulduğundan Sevr Antlaşması geçerliliğini yitirmiştir. Sevr Antlaşması 433 maddeden oluşmaktaydı. 23 Nisan 1920’de açılan Ankara’da ki Büyük Millet Meclisi, Sevr Antlaşmasını sert bildiri ile kınadı ve Antlaşmayı imzalayanlar ile Saltanat Şurası’nda olumlu oy kullananları 19 Ağustos 1920 tarihinde vatan haini ilan etti. Antlaşmada imzası bulunan Heyet üyeleri 23 Nisan 1924 tarihinde TBMM tarafından 150’likler listesine eklendi. 28 Mayıs 1927 tarihli yasayla da yurttaşlıktan çıkarıldılar. Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin imzalamış olduğu son antlaşma olarak tarihe geçmiştir.

 Sevr Antlaşmasının önemli maddeleri:

 1-Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dâhil olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a; Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Suriye’ye (Fransız Mandası);  Musul vilayeti en kuzeydeki kazası İmadiye dâhil tamamen El Cezire’ye (Birleşik Krallık / İngiltere Mezopotamya Mandası, sonradan Irak); İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacak.

 2- Boğazlar (madde 37-61):İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak, Boğazlar ’da deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek. Komisyon gerekli gördüğü takdirde Müttefik Devletleri’n donamalarını yardıma çağırabilecek.

 3- Kürt Bölgesi (madde 62-64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon, Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecek.

 4- İzmir (madde 65-83): Yaklaşık olarak bugünkü İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı İmparatorluğu egemenlik haklarının kullanımını beş yıl süre ile Yunanistan’a bırakacak, bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan’a katılması için plebisit yapılacak.

 5- Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı, Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanıyacak, Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (ABD Başkanı 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a verdi.)

 6- Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecektir.

 7- Azınlık Hakları (madde 140-151): Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit haklar verecek, tehcir edilen gayrimüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklar her seviyede okul ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak, Osmanlı’nın bu konudaki uygulamaları gerekirse Müttefik Devletler tarafından denetlenecektir.

 8- Askeri Konular (madde 152-207): Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri kuvveti, 35.000’i Jandarma, 15.000’i özel birlik, 700’ü Padişah’ın yanındaki güvenlik birliği olmak üzere 50.700 kişiyle sınırlı olacak ve ağır silahları bulunmayacaktı. Türk donaması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesi’nde askeri tesis bulundurulmayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve Jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecektir.

 9- Savaş Suçları (madde 226-230): Savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekle suçlananlar yargılanacaktır.

 10- Kapitülasyonlar (madde 260-268): Osmanlı’nın 1914’te tek taraflı olarak feshettiği kapitülasyonlar, Müttefik Devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacaktır.

 11- Ticaret ve Özel Hukuk (madde 269-414):Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek, sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik Devletlerarasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecektir.

 12-  Borçlar ve Savaş Tazminatı (madde 231-260): Osmanlı İmparatorluğu’nun mali durumundan dolayı savaş tazminatı istenmeyecek, Türkiye’nin Almanya ve Müttefiklere olan borçları silinecek, ancak Türk maliyesi müttefikler arası mali komisyonunun denetimine alınacaktır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Sevr-Antlaşması) (https://www.turkcebilgi.com/sevr-antlaşması)

 

 Sevr Antlaşması'nı imzalamak üzere Paris Barış Konferansı'na giden Osmanlı heyetinin İtilaf Devletleri'ne ait bir savaş gemisinin güvertesinde çekilmiş fotoğrafı. Resimde fes giyen Osmanlı Sadrazamı Damat Ferit Paşa'nın sağında Şura-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik, solunda Maarif Nazır Bağdatlı Mehmet Hadi Paşa ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey yer alıyor.

 

 [35] James G. Harbord; Milli Mücadele sırasında, Türkiye’de Amerikan Manda idaresi ve Ermeni Meselesi konularını yerinde inceleyecek Amerikan Heyeti’nin Başkanı Tümgeneral James G. Harbord. Milli Mücadele başlangıcında en önemli dış ilişkilerinden, diplomatik ve askeri müzakerelerden biri, 20 Eylül 1919 Cumartesi günü Sivas’ta yapılan ve üç saat kadar süren Mustafa Kemal Paşa – General Harbord görüşmesidir. Bu tarihi gizli görüşmenin, 13 Kasım 1970 tarihine kadar yaşayan ve halen o da rahmetlik olan bir tanığı General Harbord’a tercümanlık yapan, Robert Kolej Tarih Öğretmeni Hüseyin Pektaş’tır. (Prof. Hulusi Y. Hüseyin) General Harbord, Mustafa Kemal Paşa ile ilgili olarak hatıralarında özetle;

 “…Sivas yolundayız. Sivas’ın bizim gözümüzde özel bir yeri ve değeri vardı. Türk Ordusu’nda büyük şöhrete sahip olup Çanakkale’de olağanüstü bir cesaretle Ordu Komutanlığı yapmış bulunan Mustafa Kemal Paşa, Mütarekeden  ( 30 Ekim 1918 / Mondros Ateşkes Antlaşması)  sonra Anadolu’ya umumi müfettiş olarak gönderilmiş ve Rusya ile Türkiye arasındaki eski sınırı muhafaza ve Doğu vilayetlerindeki askeri kuvvetlere komutanlık etmekle vazifelendirilmişti. Karargâhı Erzurum’da olan bu zat, burada Türk İmparatorluğu’nu korumak ve Halife’yi İstanbul’da eski yerinde muhafaza etmek için, yeryüzünde Müslüman âleminin temsilcilerini toplayan bir kongre yapmıştı. Bu kongreye bizzat Mustafa Kemal Paşa başkanlık etmiş ve göründüğüne göre iyi yönetmişti. Nihayet kongre, Eylül 1919’da Sivas’ta toplanmak üzere dağılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’da kendisini büsbütün bu mücadeleye adayarak istifasını verdi ve Hükümet Ordusu’ndan çekildi. Bizim heyet İstanbul’dan yola çıktığında, Sivas Kongresi (4 Eylül 1919 -11 Eylül 1919)  toplanmış bulunuyordu. Mardin’e vardığımız zaman anlaşıldı ki, Türkiye’nin doğusundaki bütün sivil ve asker memurlar, yetkililer, Milli Mücadele Hareketi’ne katılmışlar ve yalnız Malatya bunun dışında kalmıştı. Ordu subayları ve memurlar, hep Sivas’tan (Mustafa Kemal Paşa’dan) aldıkları emirlerle hareket ediyorlar ve idare mekanizması eskisi gibi işliyordu. Biz 18 Eylül’de (1919) Malatya’dan hareket ettiğimiz zaman,  Sivas Kongresi sona ermiş ve seçtiği bir komiteye de hükümet vazifesini vermişti. İstanbul Hükümeti’ne karşı ayaklanma ve ihtilâl sayılacak bir davranışın önderi olan zâtın (Mustafa Kemal Paşa), bizi ‘Hoş geldiniz!’ diyerek resmi surette karşılayacak kimselerin arasında bulunmasını ve bu yüzden gezimizin kötüye doğru gitmesini istemediğim için bizi karşılayacak heyette Mustafa Kemal Paşa’nın bulunmasını istemediğimi söyledim. 20 Eylül 1919 günü öğle vakti Sivas varoşlarına vardık. Karşılama heyetinde sivil ve asker erkân ile –Mustafa Kemal Paşa dışında- Kongre’nin seçtiği diğer Temsilciler Heyetleri ileri gelenleri vardı. Bahriye Nâzırı sıfatı ve Baş temsilcisi yetkisi ile Mondros Mütarekesini imzalamış olan Rauf Bey’de bu zevat arasında idi. Beyrut ve Halep valiliklerinde bulunan Bekir Sami Bey’de bulunuyordu. Artık şehre (Sivas) girmiştik. Oradan doğruca vatandaşlarımızın (Amerikan) yanına gittik.  Yıllardır Sivas’ta misyonerlik etmekte olan Doktor Partridge ile baldızı Miss Graff am’ın evlerinde hazırlanan Amerikan yemeğini büyük bir iştahla yedik. Yakın Doğu’nun durumunu görmeye çıkan bizim gibi bir heyet, tabii olarak, bu milli hareketin başında bulunan zata karşı ilgisiz kalamaz. Netice’de, Valinin (Sivas) resmi ziyaretinden sonra, Mustafa Kemal Paşa ile görüşülmek üzere sözleşildi. General Moseley ve Me Coy ve tercümanımız Prof. Hüseyin Bey (Pektaş) ile ben (General Harbord) gittik. Mustafa Kemal Paşa ile beraber de Rauf Bey (Orbay), Ahmet Rüstem Bey (Eski Washington Büyükelçisi), Bekir Sami Bey vardı ki, bunlar hep icra Komitesi’nden (Heyet-i Temsiliye ’den) idiler. Mustafa Kemal Paşa, otuz sekiz yaşlarında, boyu posu yerinde, asker tavırlı bir zattı. Bıyıkları kestane renginde, gözleri mavimsi, hafif kumral saçlarını hep arakaya taramış, elmacık kemikleri çıkık olup, üzerine pek özenerek güzel bir sivil kostüm giymişti. Bütün görüşmemiz süresince başı açık durdu. Hâlbuki Türkler, öteden beri evde ve dışarda başlarına fes giyerler. Kemal Paşa’nın Çanakkale’de Ordu Komutanı iken tehlikeden sakınmak bilmeyip pervasızca davranışlarda bulunduğunu, komutan olduğu halde tehlikeye uğramaktan çekinmeyip ateş hattında ataklıklar gösterdiğini, maiyeti de ister istemez böyle davranmak zorunda kaldığından, kendisine ayrı bir sempati ile bakıyorduk. Mustafa Kemal Paşa ile görüşmemiz iki buçuk saat kadar sürdü ve en çok o konuştu. Tercümanımız Hüseyin Bey’in aracılığı ile söze ilk ben başladım ve Milli Mücadelecilerin amaçları, o sıradaki durum ve tutumları hakkında dış âleme pek kuşku verici haberler yayılmış olduğundan bahsederek, bu konuda bize gerçek bilgi verilmesini istedim. Mustafa Kemal Paşa’nın, cevapları gayet açık ve akarsu gibiydi. Tercüman aracı ile olaylar ve gerçekleri düzenli bir sıra ve mantık çerçevesinde ayrıntılarıyla anlatıyor ve kendini zapt ve cebretmekte büyük sıkıntı çektiği sinirli halinden belli oluyordu. Göze çarpan üstün kişiliği ile bütün arkadaşlarına ve çevresine hâkim olmuştu. Bu Milli Mücadele Hareketi’nin, Yunanlılar tarafından İzmir’de başlatılan insanlık dışı vahşetler üzerine geliştiğini ve İmparatorluğun (Osmanlı) her köşesinde küçük küçük milli savunma ve direniş birlikleri kurulduğunu ve Kongre’nin, bu grupların birleştirilip tek kuvvet ve hareket haline getirilmek amacıyla yapıldığını anlattı. Özet olarak maksatlarının Türk Devletinin bütünlüğünü korumak olduğunu söyledi. Onların (Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti)  müzaheret (yardım etme, koruma, arkalama) hakkındaki görüş ve fikirleri asla bizimki gibi değildi. Onlar bunu yalnız, bir büyük kardeşin öğütleme, nasihat ve yardımı gibi düşünüyorlar. İç yönetime veya dış ilişkilere hiçbir suretle karışılmamasını şart koşuyorlardı. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, bugün İzmir’de Yunanlıların yaptığı insanlık dışı haince öldürme v. b. vahşetleri ileri sürerek, bu cinayetlerin, İngiliz, Fransız ve İtalyanların gözleri önünde ve yine Müttefiklerin savaş gemilerinin memlekete çevrilmiş topları karşısında yapıldığını söyledi. Aynı zamanda Türkiye’de olan bu faciaların sorumlusunun yabancı entrikaları olduğunu tekrar ve ısrarla belirtti. Ve o sırada iktidarda bulunan Damat Ferid Paşa Kabinesi’nin sorumlu olduğunu ve onun pek ileri derecede İngiliz yanlısı bulunduğunu ileri sürdü. Kendisi bu kabine ve hükümetin mutlaka düşmesini istiyordu. Mustafa Kemal Paşa, eğer Barış Konferansı, imparatorluğu parçalamaya çalışmakla ısrar ederse, bu zilleti asla kabul etmeyip milli şeref uğruna ölmeyi tercih ederek karşı duracaklarını söyledi. Ben de buna karşılık olarak fertlerin yaptığı gibi milletlerin de intihar edebileceklerini ileri sürdüm ve evvelce Almanya-Avusturya ile ittifak etmekle bir şey kazanmadıklarına göre, yalnız başlarına bütün müttefiklere karşı ölüm-kalım savaşına girişip bunu kazanmaları umudunun pek az olduğunu hatırlattım. Bu görüşme son derece ilgi çekici oldu. Şunu söylemek zorundayım ki, bu görüşmenin sonucu olarak bende, Mustafa Kemal Paşa ile yakın arkadaşlarının gerçek ve örnek vatansever oldukları intibaı (izlenimi) hâsıl oldu. Türkiye, mütareke (ateşkes) imzalamakla kendisini yenilmiş kabul ediyordu. Lakin mütarekenin bir yıldan fazla sürmeyip bozulması ve İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali ile orada ve daha başka yerlerde yapılan saldırı ve cinayetler ve imparatorluğun parçalanacağı kaygısı, her vatansever Türk’ü coşturmuştu. Mustafa Kemal Paşa, bu Milli Harekâtın, Müslüman olmayan azınlıklara karşı asla bir saldırı ve şiddet kullanımı amacını taşımadığını bana kesin surette belirterek güvence verdi ve Ermeni vatandaşların bu yüzden düştükleri korku ve kuşkuyu gidermek ve Amerikan kamuoyunu yatıştırmak için bir bildiri yayınlayacağını söyledi ve bu yayınlatarak sözünü yerine getirdi. Heyetimizin, hükümetimize (Amerikan) vereceği resmi rapora eklenmek üzere, bütün bu söylediklerinin bir muhtıra şeklinde yazılıp bana verilmesini rica ettim. Birkaç hafta sonra Kafkasya’dan dönüşümde, Samsun’a uğradığım vakit, istediğim muhtırayı oraya göndereceğine söz verdi. Bu vaadini de tamamıyla yerine getirdi. Sonuç olarak anlaşılıyor ki, Türkiye meselesini bir çözüme bağlamak için, milli mücadelecileri hesaba katmak lazım geliyor.” Demiştir. General Harbord, Mustafa Kemal Paşa’ya veda ederken elini sıkmış ve şu sözleri söylemişti: “Eğer Amerikan ordusunda muvazzaf bir subay olmasaydım, gelir sizinle birlikte mücadelenizi izlerdim.” General Harbord ayrıca; “… Gördüklerimiz ve dinlediklerimiz ile bize anlatılanlar arasında büyük farklar var. Bu yolculuk bize her şeyi yerinde görüp iki tarafı da (Ermeni) dinlemek gibi doğru kararı verebilmek olanağını sağladı. En doğru kararı bu şekilde alacağımıza inanıyoruz.” Demiştir.

 Bu tarihi gizli görüşmede tercümanlık ve General Harbord ’ın Anadolu’da Ermeni konusunda yaptığı inceleme gezisinde kendisine eşlik, kılavuzluk yapmak suretiyle milletimiz yararına büyük hizmet görmüş olan Hüseyin Pektaş Bey, 13 Kasım 1970 Cuma günü rahmetli olmuş ve öğle namazını müteakip Bebek Camii’nden kaldırılarak Rumeli Hisarı’ndaki mezarına defnedilmiştir. (www.atam.gov.tr./.../mustafa-kemal-paşa-general-harbord-gorusmesi.) (Mustafa Kemal Paşa-General Harbord Görüşmesi, Tanık ve Tercüman: Prof. Dr. Hulusi Y./ Dr. Fethi Tevetoğlu’nun kaleminden) (tarihtenanekdotlar.blogspot.com)

 [36] Versay Barış Antlaşması (28 Haziran 1919); 1. Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri ile (İngiltere, Fransa, İtalya, ABD, Japonya) Almanya arasında 28 Haziran 1919’da Fransa’nın Paris’in Versay banliyösünde imzalanmıştır. 18 Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı’nda müzakere edilmiş, 7 Mayıs 1919’da son metin Almanlara deklare edilmiş, 23 Haziran 1919’da Alman Parlamentosu’nda kabul edilmiş, 28 Haziran 1919’da ise Paris’in Versay banliyösünde imzalanmıştır. İçerdiği ağır koşullardan ötürü, Versay Antlaşması, Almanya’da büyük tepkilere yol açmış ve “ihanet” olarak kabul edilmiştir. Genel hatlarıyla Versay Antlaşması, Almanya’yı yıkıyor ve yeni bir Avrupa düzeni kuruyordu. Almanya, Avrupa’daki topraklarının yüzde 13’nü (43.000 kilometre kareden fazla) ve nüfusun onda birini (6,5-7 milyon arası) kaybediyordu. Antlaşmanın şartlarına göre, Almanya mecburi askerliği kaldırmak, ordusunun 100 bin kişi ile sınırlandırmak zorundaydı. Bütün savaş gemilerini İtilaf Devletlerine veren Almanya, bundan böyle gemi ve uçak yapamayacaktı. Birçok tarihçi Almanya’da 1920’lerde yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa, Nazi Partisi’nin iktidara gelişine ve II. Dünya Savaşına nihai olarak Versay Antlaşmasının neden olduğu düşüncesindedir. Versay Antlaşmasının bitişi ise: 1 Eylül 1939 tarihidir. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Versay Barış Antlaşması, https:www.ushmm.org/outreach/tr/media, www.dw.com/tr/versayın -90ıncı-yılı,)

 [37] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 86-96, T.İ.T.E Arşivi: 150/19-27331 III: J.G. Harbord, Report of the Amerikan Military Mission to Armenia, s. 29-37.

 [38] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara – 2006, s. 138-139, İrade-i Milliye; 17 Kasım 1919.

 [39] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankar-2006, s. 147-148, Harp Tarihi Dairesi Arşivi: A/1, B/6, F/83.

 [40] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 149-150, Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimizin Esasları; s. 158.

 [41] Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919); 1. Dünya Savaşını sona erdiren antlaşmaların hazırlandığı uluslararası bir konferanstır. 32 devletin temsilcileri katılmıştır. Bu devletler (İtilaf Devletleri; Britanya İmparatorluğu, Fransa, Rusya ve daha sonra katılan ABD ile diğer devletler), İttifak Devletleri (Almanya-Avusturya-Macaristan ve İtalya) ile savaşmış veya onlara savaş ilan etmiş (Osmanlı İmparatorluğu gibi) devletlerdi.  Konferans 18 Ocak 1919’da, Alman İmparatorluğu’nun kuruluşu yıl dönümünde Paris’te açılmıştır. Fransızlara Urfa, Antep ve Maraş verildi. Batı Anadolu başta İzmir’in işgali olmak üzere Yunan işgaline maruz kalmıştır. Konferansa katılan Ermeni temsilcileri Doğu Anadolu’da bağımsız Ermenistan kurulması fikrini ilk kez bir uluslararası konferansta dile getirmişler, bu istekleri de İtilaf Devletleri tarafından destek görmüştür. İngiltere ve Fransa daha önce İtalya’ya vermeyi tasarladıkları İzmir ve çevresinin Yunanistan tarafından işgal edilmesini kabul etmişlerdi. Bu kararın alınmasında, “Yunanistan’ın İzmir ve çevresindeki Rumların, Müslüman –Türkler tarafından öldürüldüğü” şeklindeki propagandası etkili olmuştur. Bunun yanında aslı neden ise, Boğazlara (İstanbul ve Çanakkale) çok yakın olan bu bölgede İtalya’nın İngiliz çıkarlarını tehdit edebilecek bir güç olmasından çekinilmesi olmuştur. İngiltere, konferansa, Kürt, Ermeni, Rum ve Arapları da davet etti. Bu milletler, konferansa İngiliz çıkarlarına hizmet edecek şekilde sahte raporlarla geldiler. Osmanlı Devleti, Paris Barış Konferansı’na 22 Nisan 1920’de çağrılmıştır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Paris Barış Konferansı) (www.tarihiolaylar.com/paris-baris-konferansı-18-ocak-1919) (www.sorubak.com/blog/18-Ocak 1919-paris-konferansı-maddeleri)

 [42] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 156-157, H.T.V.D. (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi) : 1957, Sayı: 20, No: 511.

[43] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 158, T.İ.T.E.Arşivi: 38/4337.

 [44] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 164, T.İ.T.E.Arşivi: 37/4157.

 [45] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 195-196, T.İ.T.E.Arşivi: 37/4160.

 [46] Kilikya; Tarsus başkent olacak şekilde düzenlenen eski antik Roma eyaleti. Şimdiki Alanya, Mersin, Adana, Çukurova ve İskenderun gibi yerleri kapsayan ve Toros dağlarıyla çevrili tarihi ve bilhassa tarım olmak üzere ekonomik imkânları yüksek olan bir bölge. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Kilikya (Roma-eyaleti),

 [47] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 196-200, H.T.V.D. : Sayı: 15, 1956, No: 388.

 [48] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 209, T.İ.T.E. Arşivi: 10/2717.

 [49] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 211, T.İ.T.E. Arşivi: 10/2725.

 [50] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 213-214, T.İ.T.E. Arşivi: 10/2723.

 [51] Harbiye Nazırı; Osmanlı Devletinde savaş işlerine bakmakla görevli bakanlığın adıydı. Bütün Osmanlı Ordusu, günümüzde yerini Milli Savunma Bakanlığına bırakmış olan bu bakanlığa bağlıydı. Harbiye Nazırlığı 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulmuştur. Bu tarihten önce aynı görevi yapan kişiye Serasker adı veriliyordu. Harbiye Nazırlığı, orduya ait idari tasarrufları yerine getirmekle yükümlüydü. Ordunun emir-komuta mekanizması, sevk ve idaresi ise Harbiye Nazırlığına bağlı Erkan-ı Harbiye Dairesi yani Genelkurmay Başkanlığı tarafından yönetilirdi. Harbiye Nazır’ının paşa rütbesine sahip olması zorunluluğu vardı. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Harbiye-Nezareti)

 [52] Amiral Bristol; 1919-1927 yıllarında önce Osmanlı Devleti ve Ankara’daki TBMM hükümetleri nezdinde, Cumhuriyet’in ilanından sonra da Türkiye Cumhuriyeti nezdinde, ABD Yüksek Komiseri sıfatıyla büyükelçilik vazifesini yürütmüştür. 1927’de ABD Asya Filosunun komutanlığına getirilmiş, 1939 yılında vefat etmiştir. ABD Donanmasının iki faal gemisi ismini taşımaktadır. Ayrıca, 1920’de kuruluşuna büyük katkıda bulunduğu Nişantaşı Amerikan Hastanesine bağlı hemşerilik okulu olan Amiral Bristol Hemşirelik Okulu da ismini Türkiye’de yaşatmaktadır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Mark-Lambert-bristol)

 [53] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 223-225.

 [54] Ahmet Anzavur (?-1921); Kuva-yi Milliye hareketine karşı ayaklanma başlatmış eski bir Osmanlı Jandarma subayı, Kuva-i İnzibatiye kumandanı. Ahmet Anzavur, Kafkasya’dan göç eden ve Biga havalisine yerleşen Çerkez bir aileye mensuptur. İstanbul Hükümeti tarafından sivil paşalık verilerek Anadolu’ya gönderilmiştir. İngiliz gizli servisinin adamı olan Papaz Fru tarafından maddi olarak desteklenen Ahmet Anzavur, çok sayıda kişiyi etrafında toplamıştır. İstanbul Hükümeti’nin talimatı ile Kuva-i Milliye’cilerin dine ve halifeye karşı oldukları konusunda propagandalarla halkı kışkırtıyordu. Birinci Anzavur Ayaklanması, Kurtuluş Savaşına karşı Anadolu’da düzenlenen ve İstanbul Hükümeti tarafından desteklenen ayaklanmalardan birisidir. Birinci Anzavur isyanının nedenleri arasında Birleşik Krallık ’ın (İngiltere) tahrik ve teşvikleri ile meydan gelmiştir. İngiltere Mondros Mütarekesinden sonra hâkim vaziyete geldiği Boğazlar ve Marmara Denizi’ndeki mevcut durumunu korumak ve devam ettirmek, Kuva-yi Milliye’yi buralara yaklaştırmamak, burada bir tampon bölge meydan getirmek istiyordu. Ayrıca, İngiltere Krallığının güdümündeki Damat Ferit Paşa’nın da yeniden sadrazam olmak ve Kuva-yi Milliyecilerden intikam almak istemesinden kaynaklanmaktaydı. Birinci Anzavur Ayaklanması,1 Ekim 1919’da Manyas, Susurluk, Gönen ve Ulubat dolaylarında başlamış olup, Milli Kuvvetleri’n mücadelesi sonucu 25 Kasım 1919’da bastırılmıştır. Ahmet Anzavur ’un Biga merkezli çıkarmış olduğu ikinci isyanı ise 15 Nisan 1920’de Çerkez Ethem bastırmıştır. Bunun üzerine 19 Nisan 1920 tarihinde Karabiga’ya kaçan Anzavur, oradan da bir İngiliz gemisiyle İstanbul’a dönmüştür. 15 Nisan 1921 tarihinde Karabiga yakınlarındaki Adliye köyü civarında, Çiflikköylü Mehmet Efe tarafından başı kesilerek öldürülmüştür.      Ahmet Anzavur ‘un önderliğinde çeşitli aralıklarla Balıkesir-Bursa ve Adapazarı dolaylarında gelişen ayaklanmalar, esasen Anadolu’daki direnişi kırmaya yönelen iç isyanlar arasında en önemlisi sayılabilir. Çünkü Batı cephesinin oluşması ve Yunanistan işgalinin durdurulmasının gecikmesine sebep olmuştur. Anzavur ayaklanmanın uzun süre başarılı olmasında, Milli Kuvvetlerde görev alan bazı askeri personelin, Ahmet Anzavur tarafından yanıltılmasının da etkisi olmuştur. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet-Anzavur, www.atam.gov.tr/dergi/sayı-40/anzavur-isyanı)

 [55] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 235-237, H.T.V.D (Harp Tarihi Vesikaları): Sayı: 21, 1957, No: 523.

 [56] Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da Askeri Nigehban Cemiyeti ile ilgili olarak;

 “… Bu bozguncu grubun başında bulunan, Kiraz Hamdi Paşa, hırsızlıktan dolayı ordudan kovulmuş, Kurmay Albay Refik Bey, eski Halaskar Grubundan Binbaşı Kemal Bey, eski Bandırma Sevkiyat Başkanı Topçu Binbaşılarından Hakkı Nevres Bey gibi çeşitli yolsuzlukları yüzünden ordudan atılmış yahut da emekli edilmiş bulunan kimselerle… Ahlaksızlıkları ile tanınmış az sayıda kimselerden ibaretti. 12 Ekim (1919) tarihinde, Harbiye Nazırı Cemal Paşa’dan, bu fesat yuvasını kökünden sökülüp atılmasını ve mensuplarının şiddetle cezalandırılmasını ve bu yoldaki işlemlerin orduya bildirilmesini rica ettim.” Demiştir. Ayrıca askeri gözcü, bekçi anlamına gelen askeri Nigehban cemiyeti, Balkan Savaşından sonra ordudan atılan yaşlı ve alaylı subay ve paşalar tarafından İstanbul’da kurulmuştur. Padişah yanlısı olan bu cemiyet, Kuva-i Milliye ve Kurtuluş Savaşı’na karşıydı. (www.atam.gov.tr/nutuk/askeri-nigehban-cemiyeti)(www.uludağsoluk.com/askeri-nigehban-cemiyeti)

 [57] Hürriyet ve İtilaf Fırkası (Partisi); Genel Başkanı Damat Ferit Paşa, Merkezi İstanbul / Fatih, İkinci Meşrutiyet döneminde iktidardaki İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı kurulmuş olan en önemli muhalefet partisidir. Kuruluş tarihi: 21 Kasım 1911 (I. dönem), 17 Kasım 1918 (II. dönem), Kapanış tarihi: 23 Ocak 1913 (I. kapanış), 25 Haziran 1919  (II. kapanış)… Partinin belli başlı liderleri Damat Ferit Paşa, Gümülcineli İsmail Bey, “Filozof” Rıza Tevfik Bölükbaşı (Osmanlı Devleti adına Sevr’i imzalayanlardan biri,150’liklerle yurt dışına sürüldü), Refik Halit Karay (Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 150’liklerle yurt dışına sürüldü)… Refii Cevat Ulunay, Hürriyet ve İtilâf Fıkrasını destekleyen gazetesinde, Yunan Ordusu’nun ülkemizde genel bir saldırıya geçtiği günlerde; “Yunanlılar, silah omuzda bütün Anadolu’yu baştanbaşa kat edecekler. Bu serseriler ‘yani Türk Ordusu’ karşılarında muntazam bir kuvvet gördüklerinde çil yavrusu gibi dağıldılar. Görüyoruz ki Yunanistan kısa bir süre içinde çapulcuları ’Kurtuluş Savaşçılarını’ tamamen ortadan kaldıracaktır.” Diye yazı yazmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, 150’liliklerle birlikte Türkiye’den çıkarılan Refii Cevap Ulunay, daha sonra 1938 yılında çıkarılan afla Türkiye’ye gelmiş ve Milliyet Gazetesinde uzun yıllar köşe yazısını yazmıştır. Ali Kemal, (Mustafa Kemal’e ve Milli mücadeleye karşı düşmanca tutumu ve ağır hakaretleri nedeniyle pek çok insan tarafından –hain- olarak damgalanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın zaferinden sonra İstanbul’da tutuklanarak İzmit’te Nurettin Paşa’ya bağlı askeri birliklerce linç edildi. Ermeni yanlısı olarak görülen bazı yazılarından dolayı düşmanlarınca ‘Artin Kemal’ şeklinde adlandırılır.) Lütfi Fikri (Düşünsel), Şeyhülislam Mustafa Sabri, (Sevr Antlaşmasını imzalayan Osmanlı Hükümetinde Şeyhülislamdı. Yıldız Sarayı’nda Sultan Vahdettin başkanlığında toplanan Meclis-i Ali’de Sevr Antlaşmasının kabul edilmesinde görüş bildirenler arasındaydı. Milli Mücadele karşıtı olması nedeniyle ülkeye girişi yasaklanmıştır. Mustafa Sabri Efendi de İngiliz himayesinden başka kurtuluş yolu olmadığını düşünenlerdendi. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük etmiştir. Türk Ordusunun bağımsızlığını kazandığı 1922’de Mustafa Sabri Efendi ailesini alarak İngilizlerin temin ettiği bir yük gemisiyle Mısır’a gitmiştir. 150’likler listesinde yer aldı ve vatandaşlıktan çıkarıldı. Türk milliyetçiliğine karşı çıkmış, Yunanistan’da çıkardığı “Yarın” gazetesinde 1927 yılında yazdığı bir şiirde Türklüğe tövbe ettiğini, Türklükten istifa ettiğini söylemiştir. 2 Mart 1954 tarihinde Kahire’de ölmüştür),  Diğerleri de Ermeni Dr. Dagavaryan ve Dr. Rıza Nur’dur. Fıkra, İngilizlerin destek ve denetimleriyle kurulmuştur. Ermeniler başta olmak üzere çeşitli azınlıklardan destek bulmuştur. (https:tr.wikipedia.org/wiki/Hürriyet ve İtilaf-Fıkrası) (kurumsalaktarim.blokspot.com/2015/03/hürriyet-ve-itilaf-fırkası) (https://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa - Sabri Efendi )  3 Mart 1919’da kurulan birinci Damat Ferit Paşa hükümeti, kamuoyunda genellikle “Hürriyet ve itilâf hükümeti olarak değerlendirilmiştir.

 [58] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 240-242. (www.atam.gov.Tr/nutuk/anzavurun-milli-cephelerimizi-arkadan-vurma-tesebbusu).

 [59] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 260, Nurettin Peker; 1918-1923 İstiklal Savaşının Vesika ve Resimleri (İnebolu ve Kastamonu Havalisi ve Deniz ve Kara Harekâtı, Hatıralar), İstanbul 1955, s.15.

 [60] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 238-239, T.İ.T.E. Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü): 10/2735.

 [61] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 248-249, T.İ.T.E. Arşivi (Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi).

 [62] Lloyd George (17 Ocak 1863-ö.26 Mart 1945); 7 Aralık 1916-22 Ekim 1922 tarihleri arasında İngiltere’nin (Birleşik Krallık) Başbakanlığını yaptı. I. Dünya Savaşı boyunca ülkesini yönetti. Savaş sonrasında Avrupa’nın yeniden şekillenmesine başrolü oynadı. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama siyasetini destekledi. Kurtuluş Savaşı süresince İngiltere Hükümetini idare etti. Kurtuluş Savaşı’nı kazanmaya ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmaya çalışan Türklere karşı açılmış savaşın baş mimarı oldu. Yunanlıların Anadolu’ya işgaline destek oldu. Ayrıca Türk Hükümeti’nin Sevr Antlaşmasına direnmesi üzerine Yunan Ordusunun Anadolu’ya sürülmesi sağlamış, 1922 yazında Yunan Başbakanı Gounaris’in Anadolu’dan çekilme teklifini de reddetmiştir. İzmir’in kurtuluşundan sonra Fahrettin Altay komutasındaki Türk süvari kolordusu ile Çanakkale boğazı üzerinden İstanbul’a yöneldiğinde, İngiltere Başbakanı Lloyd George’un buna müsaade etmemesi ve İngiliz kuvvetlerine direnme emrini vermesi üzerine Çanakkale Krizi baş göstermişti. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ve İngiliz Savaş Bakanı Winston Churchill ise Başbakan Lloyd George ’nin Türklerle çatışma politikasına karşı çıkınca, 12 Ekim 1922’de Carlton House deklarasyonu ile Başbakan Lloyd George ile hükümeti düşmüş oldu. (https://tr.wikipedia.org/wiki/David-Lıyd-George)

 [63] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 263, K.K. (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz): s. 516.

 [64] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 268, T.İ.T.E.Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi): 24/3056.

 [65] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 268, H.T.V.D (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi) Sayı: 23, 1958, No:581.

 [66] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 270, K.K. (Kâzım Karabekir) s.530,

 [67] Babıali; Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’da başbakanlık, içişleri ve dışişleri bakanlıklarıyla Danıştay’ın bulunduğu bir yerdir. Bugün bir bölümü,  İstanbul Valiliği olarak kullanılmakta olan bir yapıdır. Osmanlı Hükümeti. Sadrazam sarayına verilen isim. Sadrazam sarayına, I. Abdülhamit zamanından itibaren Bab-ı Ali denilmeye başlanmıştır. Osmanlı Devleti, Bab-ı Ali’den (yüce kapı) idare ediliyordu.(https://tr.wikipedia.org/wiki/Bab-ı Ali)

 [68] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 273, H.T.V.D.(Harp Tarihi Vesikaları Dergisi) Sayı 22, 1957, No: 568.

 [69] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 275-276, T.İ.T.E.Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi):37/40854.

 [70] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 285-286, Hâkimiyet-i Milliye, 3 Nisan 1920.

 [71] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları; Ankara-2006, s. 286, T.İ.T.E.Arşivi (Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi) : 10/2882.

 [72] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 302-303, T.İ.T.E. Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi): 24/3032.

 [73] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları. Ankara-2006, A. 303-304, T.İ.T.E. Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi): 37/4165.

 [74] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 309-310, T.İ.T.E.Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi): 24/3034.

 [75] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 316, K.K:s.644. (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz.)

 [76] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 316-317, K.K (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz):s.645.

 [77] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s.317-318, T.İ.T.E.Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi): 38/27668.

 [78] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s.318-319, K.K (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz):s.650.

 [79] Fevzi Paşa (Çakmak)(D.12 Ocak 1876, İstanbul – Ö. 10 Nisan 1950, İstanbul); Osmanlı paşası, Türkiye’nin Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra ikinci ve son Mareşali, ayrıca ilk Milli Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet dönemindeki ilk Genelkurmay Başkanı. 1. Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Kafkas ve Suriye cephelerinde savaştı. 1918’de ferikliğe (korgeneral) yükseldi. İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgalinin (16 Mart 1920) ardından Anadolu’ya geçmeye karar veren Fevzi Paşa, 27 Nisan 1920’de Ankara’ya ulaştı. İstasyonda Mustafa Kemal Paşa tarafından törenle karşılandı. Birinci dönem TBMM’ye Kozan milletvekili olarak katıldı. 3 Mayıs 1920’de Milli Müdafaa Vekilliğine (Milli Savunma Bakanı) getirildi. 24 Ocak 1921’de Milli Müdafaa Vekilliği üzerinde kalmak kaydıyla İcra Vekilleri Heyeti Reisliğini (Başbakanlık) de üstlendi. İkinci İnönü Muharebesi’nin zaferle neticelenmesinin ardından 3 Nisan 1921’de rütbesi TBMM kararıyla birinci ferikliğe (orgeneral) yükseltildi. Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde mirliva (tuğgeneral) İsmet Paşa komutasındaki Garp Cephesi ordularının mağlup olup Yunanlıların Temmuz 1921’de Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir’i ele geçirmelerinden sonra İsmet Paşa’nın (İnönü) yerine TBMM tarafından Genelkurmay Başkanlığına getirildi. 3 Ağustos 1921’de Başvekillik, Milli Müdafaa Vekilliği ve Erkan-ı Harbiye Reisliği (Genelkurmay Başkanlığı) görevlerini hep birlikte yürütmeye başladı. Sakarya Savaşı sırasında TBMM Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte bizzat cephede harekâtı yönetti. Genelkurmay başkanı olarak Büyük Taarruz’un askeri planlarını hazırladı. Zaferle sonuçlanan Dumlupınar Meydan Muharebesinin ardından 31 Ağustos 1922’de rütbesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nı tavsiyesi üzerine TBMM tarafından Müşirliğe(Mareşal) terfi ettirildi. 10 Nisan 1950 tarihinde vefat etti. Cenazesi 12 Nisan 1950 günü İstanbul’daki Eyüp Sultan Mezarlığına defnedildi.    (https://tr.wikipedia.org/wiki/Harbiye-Nezareti, www.ataturkinkilapları.com, https:tr.wikipedia.org/wiki/Fevzi Çakmak)

 [80] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 318, K.K (Kâzım Karabekir):s.650.

 [81] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 320, K.K (Kâzım Karabekir): s.659.

 [82] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 321, BMM. Zabıt Ceridesi, yeni baskı, C.I, 1920, s.60:H.M. 28 Nisan 1920.

 [83] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 322, T.İ.T.E.Arşivi (Türk İnkılâp tarihi Enstitüsü Arşivi):132/19543, s. 13.

 [84] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 324-326, T.İ.T.E.Arşivi (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi): 37/40855, TBMM Zabıt Ceridesi; 1920, s. 123-124.

 [85] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 326, İzmir’e Doğru, 2 Mayıs 1920.

 [86] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2006, s. 327, T.İ.T.E.Arşivi (Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi): 24/3065.

 [87] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, s. 331, H.T.V.D (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi) : sayı 14, 1955, No: 368.